Tevhit Gerçeği Ve Dindeki Yeri
Müslümanları bilinçlendirip harekete geçiren en önemli Kur’ani kavramlardan biri olan İslam, Allah’a gönülden teslimiyetin ve vahiy kaynaklı hak dinin;Tevhid, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla her topluma önerilen doğru, diri ve makbul imanın; Şeriat: Hak dinin doğru uygulanış şeklinin ve Allah’ın düzenleyip peygamberlerinin uyguladıkları ilahi hukuk düzeninin; Ümmet de hak dine inanıp hakikat, hidayet ve adalet üzere birleşen insanların oluşturduğu toplumun adıdır. Hak din İslam, insana vahiyle sunulur, akılla anlaşılır, iradeyle de kabul edilip uygulanır
Tevhidin Tanımı
Vahiy kaynaklı hak dinin adı İslam; İslam’ın özü ve temel tezi de tevhittir. Tevhit, “Allah’ın zat, sıfat ve fillerinde bir ve tek olduğunu kabul edip Ona gönülden bağlanmak” diye tanımlanmaktadır. O, yüce Allah’ın birliğini belirtmek için kullanıldığında sayısal “bir” den ziyade “Onun eşsiz ve yegânelik” anlamında “ tek ve bir” olduğunu ifade etmektedir. Tevhidin, bir insanın iç ve dış dünyasında yer alıp meşru bir zemine oturması için iki şey gerekmektedir. Bunlardan birincisi, “Allah’ın varlığını ve birliğini zihnen kabul etmek” tir. İkincisi de “kalben Ona bağlanmaktır. Bunlardan ilki, “sağlıklı bir muhakeme/ akıl yürütme” ile, diğeri de “ Allah’a tam teslim olup boyun eğmekle” gerçekleşir.
Dindeki Yeri
Tevhit, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla her topluma önerilen doğru ve makbul imanın ta kendisi olduğundan tevhitsiz hiçbir iş, İslam’da geçerli değildir. Öte yandan tevhidin dille ifadesi/ikrarı önemli ve gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Ayrıca onun ikame edilip ihlal edilmemesi de gerekir. Bunun için Kur’an-ı Kerim, tevhidin ikamesini yüceltmiş ve bu eylemi, en büyük ödülün nedeni saymıştır.
Dar anlamda “Allah’ın birliği”ni, genel olarak da “Onun vahiyle bildirdiği gerçeklerin tümünü kabul etmeyi” ifade eden tevhit, İslam dünya görüşünün, inanç ve yaşayış sisteminin temelinde yer alan merkezi bir kavramdır. Bu sebeple Kur’an’ın tevhitten kastı, sadece “tevhid-i rububiyyet” değil, aynı zamanda tevhid-i ulûhiyettir.
Tevhid-i rububiyyet, Allah’ın mutlak Rablığını ve yaratıcılığını, yani objektif gerçekliği; tevhid-i uluhiyyet de “Allah’ı değer koyucu tek otorite kabul edip Ona boyun eğmeyi ya da “sübjektif gerçekliği” ifade eder. Yani rububiyyet, Allah’la bütün mahlûkat arasındaki kati bağı, ontolojik alakayı; uluhiyet de akıl sahibi varlıkların/insanların Allah’ın birliğini kabul edip buyruklarına kesin olarak uymayı ifade eder. Hayat, ölüm, yaratma, kıyamet ve öldükten sonra dirilme gibi varlık ve oluşla ilgili hakikatler “tevhid-i rububiyyete; helal, haram, emir ve yasak gibi hükümler de tevhid-i ulûhiyete misaldir. Bu yüzden Kur’an’ın insandan istediği, tevhid-i rububiyyetten tevhid-i uluhiyyete ulaşmasıdır. Zira Allah’ı her şeyin yaratıcısı olarak kabul edip de Onun otoritesini temsil eden vahyi, nübüvveti ve risaleti inkar eden kimse, bu haliyle iman etmiş olamaz. Olsa olsa Kur’an’ın ilk muhatapları arasında yer alan putperestler gibi müşrik veya bu günkü felsefi söylemle “deist” olur.
Kur’an’a göre Allah, “Bütün alemlerin Rabbi” ( Fatiha1/2) ; tüm insanların da hem Rabbi hem de ilahıdır.( Nas 114/1-3) Tevhid-i rububiyyetin Kur’an’daki en özgün ve açık ifadesi, Fatiha suresinin 2.nci ayetidir. Zira burada Allah, “bütün alemlerin ilahı değil, rabbi olarak anılmakta ve bütün övgüler ona sunulmaktadır. Çünkü hamd, sadece Allah’ın varlığına ve birliğine, sınırsız kudretine inanmaktan ibaret değildir. Ayrıca Onun sayısız nimetlerine ve evrensel değerlerine duyulan fıtri bir yüceltme ve övme işlemidir. Yani objektif hakikati fıtraten ve zımnen kabul etmektir. Bu yüzden hamd, insanı tek yönlü sübjektif yargıların esiri olmaktan, dini de hissi ve kişisel yorumlara mahkûm etmekten kurtarır.
Tevhid-i ulûhiyet ise, en güzel ifadesini “kelime- tevhit” ve “kelime-i şahadet”te bulur. Zira kelime-i tevhitle, “Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığı” ilan edilir. Kelime-i şahadetle de insanın bu gerçeği kendi irade ve tercihiyle kabul etmesi dile getirilir.
Sonuçta, insanlar kabul etseler de etmeseler de Allah herkesin ve her şeyin rabbidir. Bu tevhid-i rububiyyettir ve objektif bir gerçektir. Ama insanlar her şeyin Rabbi olan Allah’ı kendi irade ve istekleriyle ilah kabul etmedikleri sürece Allah yine ilah olmakla birlikte onların ilahı değildir. Mesela Allah, Hz. Peygamber’in de Ebu Leheb’in de Rabbiydi. Ama O, Hz. Peygamber’in hem Rabbi hem ilahıyken Ebu leheb’in Rabbi olsa da ilahı değildi. Çünkü Ebu Leheb, Allah’ı ilah kabul etmemiş ve başka ilahlar edinmişti.
#