Taraklı Yeni-Doğan'dan Gelen MEVLÜD Sesi (4)
Dediler, oğlun gibi hiç bir oğul
Yâradılalı cihân gelmiş değil.
Süleyman Çelebi
Taraklı'nın Yenidoğan mahallesinde, öğretmenlik yaptığım vakitlerden birinde; ders çıkışı, eve giderken yol kenarında, fakir bir evin bahçesinde, Alaaddin Hâfız'ın tahta bir sandalyeye oturmuş, mevlid-i şerîf okuduğuna tesadüf ettim.
Elbette Taraklı'da gelir düzeyine bakılmaksızın her evde mevlid-i şerîf okunabilmekteydi. Ama Yenidoğan'daki bu manzara; mevlid-i şerîf üzerine düşünmem gerektiğini hatırlattı.
Türk hayatının idâmesinde bir vazgeçilmez olarak Mevlid, her vesîleyle okunabilmektedir: doğumda, ölümde, düğünde, sünnette, mübârek gün ve gecelerde, sular kesildiğinde, mektebe başlarken, hatim merasiminde, askerlik vazifesi öncesinde, bir murâda kavuşulduğunda, hac ibâdeti yerine getirildiğinde, din büyüklerini (Akşemseddin, Hıdır Dede, Çullu Türbeyi) anma merasimlerinde, bir hastalıktan halâs olunduğunda...
Tarihte, Osmanlı sarayında, selâtin camilerinde okunan Mevlid-i şerîf ile o gün gördüğüm Yenidoğan'daki fakir ailenin bahçesinde okunan Mevlüd arasında herhangi bir fark var mıydı?
Yoktu!
Halk arasında Mevlüd ismiyle anılan, Süleyman Çelebi'nin 1409 tarihinde kaleme aldığı Vesîletü’n-necât (kurtuluş vesilesi) adlı mesnevisi, lisanın tevhidi noktasında Türkleri birleştirdiği gibi makam/mûsikî ve mevkii açısından da bir ayrım göz etmeden herkesi akîdede birleştirmekteydi. Vatan sathında tertip edilmiş her merasimde, Kur'ân'dan sonra Mevlid-i Şerîf icrâ ediliyordu.
Neden?
Mevlid'in yazılış tarihi (1409), bu topraklarda Fetret/karışıklık dönemi denilen (1402-1413) bir zamana tekabül etmektedir. Milletin, böyle bir karışıklık devrinde yeniden toparlanabilmesi, istikametini kaybetmemesi, âmentüsünden şaşmaması, dalalete düşmemesi için "ehl-i sünnet ve'l cemaat" itikadını tahkim edecek bir metne ihtiyacı doğmuştur.
Vesîletü'n-necât'ı, tebârüz ettiren sebep, Bakara sûresi 285. âyetin yanlış yorumlanıp aynı sûrenin 253. âyetinin göz ardı edilmesidir. Kısaca âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Hz. Muhammed aleyhisselâmın, diğer peygamberlerle fazîlet bakımından eşit olduğuna dâir ortaya atılmış kuru, ancak tehlikeli bir iddiadır.
İşte böyle sinsi bir iddia üzerinden milletin arasına sokulmak istenen bâtinî, sapkın anlayışların ekseriyetini bertaraf edecek en veciz cevâbı, Süleyman Çelebi Hazretleri Vesîletü'n-necât ile vermiştir. Türkler, neye sarıldıklarında, hangi kulpa tutunduklarında kendilerini felâkete sürükleyen bu yıkım cereyanlarından kurtulacaklarını Mevlid'le yeniden görmüşlerdir. Millet için Mevlid okumak, bir nevi tecdîd-i îmana vesile olmuştur.
Türkçenin muhafazası noktasında da her mekânı dolduran mevlid-i şerîf sedâlarının göz ardı edilmesi mümkün değildir. Şiirin millet hayatında nereye tekabül ettiğinin cevabı, Mevlid'in yeri anlaşılmadan verilemez. Müşterek bir dile sahipsek bunda, kulağımıza dolan Mevlid'in payı çok büyüktür. Bebeğe, ezandan sonra loğusa evinde okunan ilk Mevlid, kişi Hakk'a kavuşuncaya kadar hayatın her safhasında adım adım okunmaya devam edecektir.
"Kur'ân'dan Türkçe'ye Türkçeden Kur'ân'a" başlıklı yazılarımızın dördüncüsü olacak anahtar kelime "mevlid"dir. Doğma, doğuş manasındaki, "vilâdet" kelimesinden gelmektedir. Doğum yeri, doğum zamanı, Hz. Muhammed' (a.s)in dünyaya geldiği zaman (Rebîülevvel ayının 12’si), onun gelişini, peygamber olma, miraca çıkma gibi önemli olayları anlatan manzum eser, özellikle de Süleyman Çelebi'nin Vesîletü'n-necât olan eseri ve bu eser okunarak yapılan tören anlamlarına gelen "mevlid" kelimesi, son iki anlamını Türkçede kazanmıştır.
Mevlid okuyan kimseye de "mevlidhan" dendiği gibi yine bu kelimeyle alâkalı olarak Türkçede "mevlid alayı, mevlid kandili" gibi birçok kavram oluşmuştur. Süleyman Çelebi'nin Vesîlet'ün-necât'ında Hz. Muhammed (a.s)in doğumunu anlatan bölüme "vilâdet/velâdet bahri" denmektedir. Halkın, eserin tamamını “mevlüd” olarak isimlendirmesinin sebebi, belki de bu velâdet/doğum bölümünü daha çok sevmesindendir.
Süleyman Çelebi, şöyle der: "Mustafâ'nın mevlididir bu kelâm / Sanmanız bunu kelâm-ı her avam" (Bu sözler, Hz. Peygamber'in mevlididir / onu halkın herhangi bir sözü sanmayın)
"Mevlid" kelimesinin halk ağzındaki şekli olan mevlüd; yeni doğan çocuk, bebek manalarına gelmektedir.
İhlâs sûresi 4. âyette kelime:
"Lem yelid ve lem yûled."
(O Doğurmadı ve doğurulmamıştır) şeklindegeçmektedir.
İsmail Safâ'nın bu sûreye telmihte bulunduğu mısralar şöyledir:
"Bî-vâlid ü mevlûd ü vücûd-ı samedîsin / Allahü ahadsin, ezelîsin ebedîsin"
(Doğmamış, doğurmamış, her şeyin kendisine muhtaç olup, kendisinin hiçbir şeye ihtiyacı olmayan varlıksın / Allah’sın, birsin, başı ve sonu olmayansın)
Hz. Yahya'nın ve Hz. îsâ'nin anlatıldığı Meryem sûresinin 15. ve 33. âyetlerinde, "mevlid" kelimesinin kök harfleri (vulide/doğdu) geçmektedir: "Ve selâmun aleyhi yevme vulide ve yevme yemûtu ve yevme yub’asu hayyen."(Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün ona selâm olsun!)
"Ves selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu hayyen." (Ve selâm benim üzerimedir, doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde)
Genel olarak yaramaz çocuk manasında kullandığımız "veled" kelimesi de "mevlid" kelimesiyle aynı kökten (velede) gelmektedir. Çocuk manasındaki bu "veled" kelimesini, M. Zeki Pakalın, tarihî açıdan şöyle değerlendirir: Kelime, "oğul" anlamında hıristiyan künyelerinde kullanılmıştır. "Müslümanların babalarıyla birlikte isimleri yazılırken "bin" denildiği halde, gayrimüslimlerde "veled" kullanılır: Ahmet bin Mehmed, Kosti veled-i Yani" gibi. Yine nikâhsız dünyaya gelen çocuğa (veled-i zinâ) kısaltma yoluyla "veled" denmektedir. Veled-i manevî ise âhiret evlâdı, ahretlik anlamına gelmektedir.
Meryem sûresi 92. âyette kelime şöyle geçmektedir:
"Ve mâ yenbagî lir rahmâni en yettehıze veleden."
(Halbuki veled / çocuk edinmek rahmana yaraşmaz)
Türkçede kullandığımız vâlid (baba) ve vâlide(anne) kelimeleri de mevlid'le aynı kök üzeredirler. Her ikisine birden "vâlideyn" denmektedir. Halk ağzında "vâlide" kelimesi "valde" şeklinde de kullanılır. Kelime, Mehmet Âkif'in Balkan Harbi esnasında yazdığı mısralarında şöyle geçer: "Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler! / Göğsü baltayla kırılmış memesiz valideler!"
Lokman sûresi 33. âyette baba ve çocuk kelimeleri şu şekilde geçer:
"Yâ eyyuhân nâsuttekû rabbekum vahşev yevmen lâ yeczî vâlidun an veledihî ve lâ mevlûdun huve câzin an vâlidihî şey’en." (Ey insanlar, Rabbinizden korkun ve babanın, çocuğunun cezâsını çekmeyeceği, çocuğun da babasının cezâsını çekmeyeceği (hiç kimsenin, kimsenin borcunu ödemeyeceği günden çekinin)
Her namazın sonunda okuduğumuz, Hz. İbrâhim'in duâsında yer alan vâlideyn (anne-baba) kelimesi, İbrâhim sûresi 41. âyette geçmektedir: "Rabbenâgfirlî ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmul hisâbu." (Rabbimiz, hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve mü'minleri bağışla!)
Türkçede tekil gibi kullanılan "evlâd" kelimesi, "veled"in çoğul şeklidir. Bir anne-baba için kendi oğulları ve kızları manasına gelen "evlâd" kelimesi, bunun yanında birinin soyundan gelen kimseler anlamına da gelmektedir: evlâd-ı şühedâ/şehitlerin çocukları gibi.
Türkçede, kimse çocuğunu, olumsuz bir durum yoksa "veled" diye çağırmaz, "evlâdım" der. Neden Türkçede kelimenin çoğulunu kullandığımıza dâir bu noktada çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Özellikle Kur'ân'da "veled" kelimesinin genellikle olumsuz bir manada gelmesi, bu yorumlardan biridir. Ancak Kur'ân'da kelimenin olumsuz bir şekilde geçmediği âyetler de mevcuttur. Aşağıdaki âyette olumsuz olarak geçmektedir:
Cinn sûresi 3. âyet:
"Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mâttehaze sâhıbeten ve lâ veleden."
(Doğrusu Rabbimizin şanı yücedir. O, eş ve çocuk edinmemiştir)
"Vel vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâate, ve alel mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil ma’rûfi, lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve alel vârisi mislu zâlike, fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bil ma’rûfi..."
"Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir baba, çocuğu sebebiyle zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur. Eğer (anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu sütten kesmek isterlerse, onlara günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir." Bakara sûresi 233'teki bu âyette ise vâlide (anne), evlâd (çocuklar) ve "veled" (çocuk) kelimeleri geçmektedir. Olumsuz bir anlam da yoktur. Tabi "veled" kelimesindeki âyetlerin genelde olumsuz bir şekilde geçmesi, Türkçede de böyle bir tesir bırakmış olabilir.
Aile reisinin geçimlerini sağlamakla sorumlu olduğu kimseler hakkında kullanılan "evlâd u ıyâl" tabiri, şair Dertli'nin mısralarında şu şekilde geçer: "Bir başıma kalsam şâha sultana kul olmam / Vîrân olası hânede evlâd u ıyâl var"
"Evlâd" kelimesi, bir yere mensup olan fertler manasında Mehmet Âkif'in mısralarında şöyle geçer: "Vefasız yurd! Öz evladın için olsun, vefa yok mu? / Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziya yok mu? "
"Mîlâd" kelimesi de diğer kelimelerimizle aynı kökten gelmektedir. Doğum günü manasına gelmekle beraber kelime, özellikle mîlâdî takvimin başlangıcı addedilen Hz. Îsâ'nın doğduğu 24-25 Aralık günü için de kullanılmaktadır.
Türkçede daha çok bir kimseye yaşı sorulurken kullanılan doğma manasındaki "tevellüd" kelimesi doğum tarihi, meydana gelme gibi anlamlarda kullanılır. 1920 tevellütlü (doğumlu) gibi.
"Tevellüd" kelimesinden gelen "mütevellid" kelimesi de ileri gelen, hâsıl olan anlamına gelmektedir: "Aşırı çalışmaktan mütevellid (ileri gelen) bir rahatsızlık bu."
Türkçede, çok doğuran, verimli, çok eser veren anlamında kullanılan "velûd" kelimesi, çok üretken bir yazar için kullanıldığında, o velûd bir yazardır, denebilir.
Türkçede, mevlid'le aynı kökten gelen kelimeler, sadece yukarıda birkaç kelimeyle misallendirdiğimiz kelimelerden ibaret değildir. Bu kelimelerle aynı kökten gelen (velîd, vilâd, tevlid, veledeş, velâdî...) daha birçok kelime ve deyim Türkçede kullanılmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'den mütevellid bu kelimeler, Türkçenin velûd bir lisan olmasını sağlamıştır.
Türkçe'nin mîlâdını, uzak zaman ve coğrafyalarda değil, mevlidde aramalıyız.
Mevlid, Türkiye'de sadece belli bir tevellüdü paylaşan vâlideyne seslenmemiştir. Bugünün ve yarının evlatlarına sunulan, ne müzelik bir kültür öğesidir o, ne de mevlid kandillerinden tevellüd edecek bir tören havasıdır.
Hayır, mevlid, kurtuluş rehberimiz (vesîletü'necât) olan Seyyidi kâinat Hazreti fahri âlem Muhammed Mustafâ'ya bağlılığımızın tasdik vesikasıdır.
#