Geri
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Taraklı Memleketimiz mi, Kudüs Mülkiyetimiz mi? (6)

Mülke mâlik olamayan, gâvura memlûk olur.
Yayın: Güncelleme:

Bu yazı, Memâlik-i Müctemia-i Amerika (ABD) Başkanı Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti addettiği açıklamaya tesadüf etti.

İzmit'te, bizim Taraklı Sahhaf'ın yanı başında bir emlâk dükkanı vardı. Dükkan komşumla hep iyi geçinirdik. İzmit'in yerlisiydi. İşinde titiz bir adamdı. Belki öyle olmasa senelerdir aynı yerde o işi yapamazdı.

Emlâkçılığın nasıl bir iş olduğunu hasbelkader ilk orada gördüm. Müşterisine bir daireyi kiraya verdiğinde, bir kira bedeli de o alır; iki daire kiraya verdiğinde, geliri bizim dükkanın aylık cirosuna tekabül ederdi. Eğer daire veya arazi satışı falan yapmışsa sahhafın birkaç aylık, belki senelik cirosundan fazlasını kazanırdı.

Dükkanın içinde masa, sandalyeler, birkaç dosya ile gayrimenkul bilgilerinin yazılı olduğu A4 kağıtları vardı. Birçok kimse, içeri girmeye bile gerek görmeden, cama yapıştırılmış bu kağıtlardan ihtiyacını takip edebiliyordu. Eğer müşterisine bir yer göstermek için dükkanı kapayıp gittiyse gelen müşteriler, mutlak bizim dükkana uğrayıp komşumun ne zaman gelebileceği hakkında benden malumat alır, oturur, çay içerlerdi. Hatta emlâka bakmaya gelenlerin kitap aldıkları da vâkidir. Kitap almaya gelenlerin ev aldıkları hiç olmuş mudur, onu bilmiyorum.

İlkbaharda, Kocaeli Kitap Fuarı'nda bir stant açmıştım; sahhaftaki kitapların ekseriyetini de fuar alanına taşımıştım. Çünkü dokuz günlük bir fuar, benim için iki aya bedel bir kazanç olabilirdi. Birkaç bin kitabı, fuar alanına taşımış olsam da ortalama bin kadar kitap ve dergiyi dükkanda bırakmıştım.

Bahar yağmurları İzmit'te, çok şiddetli olurmuş. Ben fuar alanında alışverişle meşgulken bizim sokağı sel almış, rögarlar tıkanmış, itfaiye dahi duruma engel olamamıştı. Gittiğimde sokağın girişinden anlamıştım nasıl bir âfete uğradığımızı. Komşumun kartonpiyer ve badanasını yeni yaptırdığı emlâk dükkanı, kısa zamanda göl olmuştu. Komşu, daha çok dükkanındaki ahşap mobilyaların şişmesinden, duvarların çatlamasından tasalanıyordu; sahhafta ise üç büyük çöp konteynırı kitap ve dergi zâyi olmuştu.

Olanlar olmuştu.

Ama fuar bereketli geçmiş; hem nâmımız, hem de kârımız yürümüştü. Çabuk toparlanmıştık.

O zamanlar Taraklı'da bir emlâk piyasası henüz oluşmamıştı. Belki benim tespit edemediğim hafif kıpırdanmalar vardı. Ama şu son beş-altı yıl içerisinde Taraklı'da ev ve arsa satışlarında ne olduysa oldu. Önce talepler, sonra fiyatlar yükseldi, satışlar da görülmemiş bir biçimde arttı. Bu durum, hayra mı şerre mi tebdil olur bilemiyorum.

Neden?

Çünkü Taraklı'nın yüksekte kalan bir köyüne ceviz almaya gitmiştim. Cevizini alacağım adamın evini bilmediğimden köyün girişinde hayvanlarını otlatan bir köylünün yanında durarak aradığım ağabeyin evini sordum? Evi tarif etti. Selamlaşıp geriye, geldiğim yola doğru bakakaldım.

Gökyüzüne dek uzanmış dağlar, dağlardan aşağıya doğru akan yemyeşil bir vadi ve bâkir bir göledin gözüktüğü o muhteşem manzarayla bir anda çarpıldım.

Köylüye tekrar dönüp: ne kadar güzel... şu karşı araziden çok daha iyi gözükür bu manzara, kimin orası, dedim.

- Oraları büsbütün, İstanbullu bir adam aldı, benim de orada küçük bir bahçem vardı, ama adam, her tarafı alınca benim yer, adamın arazisinin ortasında kaldı. Sürekli elâlemin yerinden atlayıp da bahçeye gidilir mi? Ben de adamın, köye yakın olan bir başka bahçesiyle oradaki yerimi değiş tokuş ettim, dedi.

Köylüye, adamın ne kadar arazisi var ki değiş tokuş yapabiliyor, diye sorunca; yaklaşık iki yüz elli dönümden bahsetti. Şaşkınlıkla ne kadar tanıyorsun bu adamı dedim. Hiç, dedi.. Sadece adam, ceviz dikecekmiş. O kadar...

Bu bir yalaza(!) mı?

Bunun gibi Taraklı'nın birçok köyünde yabancılara bağ, bahçe, tarla, ev satışları hızla devam etmekte.

Ya Taraklı merkezde?

İşte tam da burada, "Kur'ân'dan Türkçe'ye, Türkçeden Kur'ân'a Kelimeler" başlıklı yazılarımızın altıncısı olacak anahtar kelime: Mülk.

"Maddî âlemin bütünü ve bunun üzerindeki hükümranlık anlamında, Allah’a ve insanlara nisbet edilen bu kavram" sözlüklerde "güç yetirmek, hâkimiyet kurmak, sahip olmak, tasarrufta bulunmak" mânalarında geçmektedir.

Mülk (milk) kelimesi, Türkçede "dükkan, ev, arsa gibi taşınmaz mal; bir hükümdar veya devletin hüküm ve idaresi altında bulunan toprakların tamamı, memleket; vakıf olmayan mülkiyeti şahsa ait bulunan yer; ülke, âlem, diyar, dünya" anlamlarına gelmektedir. Kelimenin çoğulu olan emlâk ise gayrimenkul manasında kullanılmaktadır.

Mülk sûresi 1. âyette kelime şöyle geçer:

"Tebârakellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîrun"

(Mülk, mutlak hükümranlık ve yönetim, elinde bulunan yüce Allâh, kutludur. O'nun her şeye gücü yeter).

Kelime, Niyâzî-i Mısrî'nin bir beytinde geçer:

"Bir mülke mâlik eylemiş uşşâkını ol pâdişah / Mülk-i Süleyman onların yanında bir vîrânesi"

(O padişah, âşıklarını, öyle bir ülkeye-mülke sahip eylemiş ki / Süleyman peygamberin mülkü-ülkesi onun yanında vîrâne kalır)

Tasavvufta beş duyu ile bilinen şahâdet âlemine, âlem-i mülk denir. Mülk-i fenâ (yokluk diyârı) da mülk-i mihnet (sıkıntı diyârı) de yaşadığımız bu dünyadır.

Fuzûlî'nin beyitlerinde kelime şöyle geçer:

"Fakr mülkî taht ü âlem terki efserdür mana / Şükr lillâh devlet-i bâkî müyesserdür mana"

(Fakr mülkü, yani dünyaya bağlanmamak bana tahttır ve âlemi terk etmek de taçtır / Allah'a şükür olsun ki bâkî devlet, mutluluk bana müyesser olmuştur.)

"Dedüm uşşâka cevr etme, dedi ol hûblar şâhı / Siyâset olmayınca ışk mülkünde nizâm olmaz"

(O güzeller şâhına, âşıklara cefa etme dedim. Şu cevabı verdi: Eğer siyâset olmasa aşk memleketinde nizam, düzen olmaz.)

"Mülk sahipliği için mülkiyet; askeriye ve ilmiye teşkilâtının dışında kalan vâli kaymakam gibi idareci sınıfı" için de aynı kökten gelen mülkiye kelimesi kullanılır. Mülkiye mektebi, ise siyasal bilgiler fakültesidir.

Bir şeye sâhip olan kimseye mâlik (mâlike) dendiği gibi Cehennem'i muhafaza ve idare etmekle görevli meleğin ismi de Mâlik'dir. Bu kelime de mülkten türemiştir.

Fâtihâ sûresinin 4. âyetiyle Yâsin sûresi 71. âyettinde kelime şöyle geçmektedir:

"Mâliki yevmid dîne."

(Din, cezâ ve mükâfât gününün sâhibidir)

"E ve lem yerav ennâ halaknâ lehum mimmâ amilet eydînâ en’âmen fe hum lehâ mâlikûne"

(Görmediler mi ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık da kendileri onlara mâlik olmaktadırlar? )

Mâlikü'l-Mülk kavramı ise esmâ-i hüsnâdan olup mülkün, her şeyin gerçek sahibi ve mutasarrıfı olan Allah için kullanılır.

Âl-i İmran 26. âyette kelimeler şöyle geçmektedir:

"Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâu, ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâu, bi yedikel hayru, inneke alâ kulli şey’in kadîrun."

(De ki: "Allâh'ım, ey mülkün sâhibi, sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın; dilediğini yükseltirsin, dilediğini alçaltırsın. Hayır (mal), senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin!)

Âkif'in Safahat'ından kelimeye birkaç örnek verebiliriz:

"Müslüman mülkünü her yerde felaket vurdu / Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu!"

"İlahi, Malike'l-mülk'üm diyorsun ... Doğru, amenna. / Hakîkî bir tasarruf var mıdır insan için? Asla! / Eğer almışsa bir millet, edip bir mülkü istila / Eğer vermişse bir millet bütün bir mülkü bi-perva / Alan sensin, veren sensin, senin hükmündedir dünya."

Mâlik kelimesi Farsça -âne ekiyle mâlikâne, yani büyük köşk ve mülkiyeti devlete ait beylik arazi için kullanılır. Mâlikiyet ise mâlik olma durumunu ifade eder.

Mâlik olmak'tan gelen; hükümdar, pâdişah manasındaki melik / melîk kelimesi de mülkün gerçek sahibi ve kâinâtın mutlak hükümdarı manasında esmâ-i hüsnâdandır. Kelimenin çoğulu olan mülûk; padişahlar, melikler manasına gelir. Melîke / melike, kadın hükümdar; melikiyet ise hükümdarlıktır.

Bakara sûresi 247. âyette, İsrailoğullarının, kendilerine gönderilmiş bir hükümdara karşı tutumlarından bahseden kısımda mülk ve melik kelimeleri birlikte geçmektedir:

"Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûte meliken, kâlû ennâ yekûnu lehul mulku aleynâ ve nahnu ehakku bil mulki minhu ve lem yu’te seaten minel mâli, kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fîl ilmi vel cismi, vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vallâhu vâsiun alîmun"

(Peygamberleri onlara dedi ki: "Allâh Talût'u size hükümdar / melik gönderdi." Dediler ki: "O bizim üzerimize nasıl hükümdar / melik olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha layığız, ona bol mal da verilmemiştir." Dedi: "Allâh onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı." Allâh mülkünü dilediğine verir. Allâh(ın lutfu) geniştir, O, her şeyi bilendir)

Neml sûresi 34. âyette, hükümdarlar anlamındaki mülûk kelimesi aynen geçer:

Kâlet innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleten, ve kezâlike yef’alûne"

(Dedi: "Hükümdarlar / mulûk bir ülkeye girdiler mi, orayı bozarlar, halkının şereflilerini alçaltırlar, evet, böyle yaparlar)

"Bir devletin yönetimi altında olan yer; şehir, kasaba; bir kimsenin doğup büyüdüğü yer; iklim, üretim gibi çeşitli yönleriyle ele alınan bölgeye memleket denir. Bu kelime, mülk kelimesinden gelmekte, çoğul olarak da Türkçede memâlik kullanılmaktadır.

Kelimeyi, Mehmet Âkif'in birkaç mısraıyla misallendirem:

"Sahipsiz olan memleketin batması haktır / Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır"

"Memleket mahvoluyor, din de beraber gidiyor / Size Kur'ân, bakınız sade uzaktan mı diyor? "

"Sizi kim kaldıracak, sûru mu İsrafil'in? / Etmeyin... Memleketin hâli fenâlaştı... Gelin!"

Türkçede, "Köle, kul; birinin malı mülkü olan" manasında kullanılan memlûk kelimesi de mülk kökünden gelmektedir.

"Âşıkların zevki, mâlik olmakta değil memlûk olmaktadır." der Cenap Şahâbeddin.

Türkçede bina, arazi, tesis gibi şeyleri bir bedel karşılığı sahibinden alarak kamuya mâletmeye de istimlâk diyoruz. Bu kelime de aynı kök üzere türetilmiştir.

Mülk kelimesinden gelen Türkçede kullandığımız bir başka kelime ise temellüktür. Sahip olma, mâlik olma manasına gelir. Bir şeyi, birinin mülkü kılma, mülk olarak vermeye de aynı kökten türetilmiş bir başka kelime olan temlik'le karşılarız.

"Bir gazeteyi okuyup anlamak için kâriin (okuyucunun) 4000 kelimelik bir lehçeye temellük etmiş olması lâzım geliyor." (Ahmet Hâşim)

Hayâlî Bey'in "Kerem Kasidesi"nde temlik kelimesi geçer:

"Mülk temlîk edip başına gevher dökmüş / Şâh Üveys ettiği dem Hazret-i Selmâna kerem"

(Şah Üveys, Hz. Selman’a kerem ettiği zaman, ona mülk verip başına mücevher dökmüş)

"Allah’ın emirlerine tam itaat eden, iyi nitelikteki ruhanî varlıklara" melek denmektedir. Âmentümüzde, Allah'a imandan sonra sırasıyla meleklere iman gelmektedir. Çoğulu melâike olan melek kelimesi, mülk kelimesiyle aynı köktendir. Türkçede "Güzel yüzlü, iyi huylu, masûm kimse" için de mecâzen kullanılır.

İsfahâni, "rûhânî varlıklardan yönetimle meşgul olana melek, insanlardan idare ile meşgul olana ise, melik" denildiğini ifâde etmiştir. Âlimler, "Melek ile melâike kelimeleri arasında çoğul olmanın yanında başka farklardan da bahsetmiştir. Melekte kuvvet, melâikede ise risâlet mânâsı vardır. Bundan dolayı da melek, melâikeden daha genel bir anlam taşımaktadır. Melâikenin hepsi melektir, ancak bütün melekler, melâike olmayabilir. Zîra risâlet vazifesi yapmayan melekler de mevcuttur."

En'âm sûresi 9. âyette kelime müfred (tekil) olarak şöyle geçer:

"Ve lev cealnâhu meleken le cealnâhu raculen ve le lebesnâ aleyhim mâ yelbisûne"

(Eğer O Hak Elçisini melek yapsaydık, yine bir adam şeklinde yapardık ve onları yine düştükleri kuşkuya düşürürdük)

Bakara sûresi 31. âyette melek kelimesinin çoğulu olan melâike şöyle geçer:

"Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîne"

(Âdem'e isimlerin tümünü öğretti, sonra onları meleklere sunup: "Haydi, doğru iseniz onların isimlerini bana söyleyin, " dedi)

Yûnus Emre'nin aşağıdaki mısraında geçen melek kelimesinin yukarıdaki âyete telmih olduğunu düşünebiliriz.

"Bir toyu toylamak gerek / bir soyu soylamak gerek / Bir sözü söylemek gerek / melekler de bilmez ola"

Râ'd sûresi 13. âyette kelime yine çoğul şekliyle geçmektedir:

"Ve yusebbihur ra’du bi hamdihî vel melâiketu min hîfetihî, ve yursilus savâıka fe yusîbu bihâ men yeşâu ve hum yucâdilûne fîllâhi, ve huve şedîdul mihâli."

(Gök gürültüsü, övgüsüyle, melekler de korkusundan O'nu tesbih ederler. Yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Allâh'ın tuzağı (cezâsı) pek çetin olduğu halde, onlar hâlâ O'nun hakkında tartışmaktadırlar.)

Âşık Ömer'in mısralarında ölüm meleği manasındaki Âzrâil için "melekü'l-mevt" kelimesi geçer:

"Vermem sana, çek benden elin, ey melekü'l-mevt / Cânânıma nezr (adak) eylediğim câna dokunma"

"Ey melek sîmâ ki senden özge hayrandur sana / Hak bilür insan demez her kim ki insandur sana" (Fuzûlî)

(Ey melek yüzlü ki, senden başka "herkes" sana hayrandır. Allah bilir, insan olan sana insan demez. "Melek der")

"Seni melek göreli yazmaz oldu ışka günâh / Velî yazıldı bu yüzden besî sevâb sana" (Fuzûlî)

(Melek, yani kirâmen kâtibîn, insanın iki omuzunda, günah ve sevabını yazan melekler; seni göreli, aşkı günah yazmaz oldu. Fakat bu güzel yüzünden dolayı sana pek çok sevâp yazıldı.)

Türkçede kullandığımız meleke kelimesi de yukarıdaki kelimelerimizle aynı kök üzere türetilmiştir. Sözlükte, "bir iş veya davranış üzerinde devamlı uğraşma, tekrar ve tecrübe ile kazanılan alışkanlık, beceriklilik, yatkınlık; insanda idrak, hâfıza, hayâl etme, muhakeme kâbiliyeti gibi doğuştan var olan güçlerden her biri, yeti" manalarına gelen meleke kelimesi Âkif'in Safahât'ında şöyle geçer:

"Nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge / Duyulmamış bu beyinlerde his denen meleke!"

Meleke kelimesi Kâtip Çelebi'nin bir metninde şöyle kullanılır: "İnsanın cismânî varlığı dört unsur tabîatında olan ahlât-ı erbaa (kan, balgam, sevdâ ve safrâ)dan toplanıp meydana getirilmiş olup hassaları (duyuları) ve melekeleri vasıtasıyla kendisinin çekip çevrilmesi, rûh-ı insânînin (insan ruhunun) eline verilmiştir."

Mülk kelimesiyle kardeş olan son kelimemiz melekût'tur. "Kâinat üzerindeki ilâhî güç ve hâkimiyeti ifade eden bu terim, sözlükte; yüce olmak, güç yetirmek, sahip olmak, hükmetmek” anlamlarına gelen mülk kökünden türetilmiştir"

Elmalılı Muhammed Hamdi, melekûtu: “tam bir hâkimiyetle saltanatın esrâr-ı idaresi” olarak tanımlamıştır. Tasavvufî bir terim olarak "melekler, ruhlar, gayb âlemi manalarına gelen melekût; vücûd mertebelerinden birini temsil etmektedir.

A'râf sûresi 85. âyette kelime şöyle geçer:

"E ve lem yanzurû fî melekûtis semâvâti vel ardı ve mâ halakallâhu min şey’in ve en asâ en yekûne kadıkterebe eceluhum"

(Göklerin, yerin melekûtuna ve Allâh'ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakıp ibret almadılar mı? )

"Kul men bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve huve yucîru ve lâ yucâru aleyhi in kuntum ta’lemûne" (Müminûn sûresi 88. âyet)

(Biliyorsanız söyleyin, her şeyin melekûtu (mülkü ve yönetimi) elinde olan, koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollanmaya muhtaç olmayan kimdir? " de)

"Fe subhânellezî bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve ileyhi turceûne" (Yâsîn, 83. âyet)

(Yücedir O ki, her şeyin hükümranlığı O'nun elindedir ve siz O'na döndürüleceksiniz)

Melekût kelimesi Âkif'in dizelerinde şöyle geçer:

"Sana baksın da kızım, bahtın utansın... Ne deyim? / O, senin, kimdi, bugün nerde yatar, bilmediğim / Ninenin rûhuna âgûş açıyorken melekût / Tertemiz na'şını gufrân gibi örten tâbût / Şu gelinlik arabandan daha şâhâneydi."

Yukarıda misallerini verdiğimiz kelimelerin; birbirleriyle, Kur'ân ile Türkçe ile irtibatlarına değinildi. Aslında birçok kitapta mevcut bu bilgiler, bir araya toplanmak sûretiyle bir bütüne işaret etmeyi amaçlamaktadır. O bütün, aslında başka bir bütüne ulaşacak parçalardan oluşuyor. Meselâ bizim şimdiye kadar yazdığımız altı yazının her biri, kendi içindeki parçaları (kelimeleri) toplayıp onları Türk şiiriyle, Kur'ânla, Türkçeyle tamamlamaya çalışıyor ve yine kendi içinde, okuyucu için anlamlı bir bütüne dönüştürme gayreti gösteriyor.

Sonuçta mülk O'nun elindedir. Yaşadığımız mülk-i fenânın (dünyanın) dışında; melekût âleminde, O'nun daha nelere mâlik olduğunu, şu sınırlı melekelerimizle ne kadar idrak edebiliriz ki? Melekler dahi bilmez. Eğer Hz. Muhammed (a.s)in, Âdem (a.s)'in soyundan geleceğini bilselerdi, Rablerine karşı şaşkınca o soruyu sorarlar mıydı?

Bütün bunlar melekût âleminde yaşanırken biz de yeryüzü melîklerini mutlaklaştırıp El-Melik olan Mâlikü'l-mülk'ü göremedik. Akrabalarımızla dahi basit bir mülkiyet dâvâsı güdüp kendimize acımasızca zulüm ettik. Hepsi bir avuç dünya emlâkı için.

Hırsla, birbirimizi biçtik. Düşünmedik melekü'l-mevt olan Âzrâil'in temellük ettiğimiz yerleri, bir gün gelip âhiret adına istimlâk edeceğini. O vakit, ne Amerikan'ın mâlikâneleri kalır geride, ne de Firavun'un memlûku olan isrâiloğullarının vaad edilmiş toprakları...

Müminler, memleketlerinde bir emânetçi gibi yaşarlar, emlâkçı gibi değil. Müminlerin, memleketlerinde bir emânetçi olarak yaşamaları iki anlama gelir:

Birincisi, üzerinde yaşadıkları mülkün asıl Melîk'ini bilmeleri ve o mülke dünya hırsıyla bağlanmamaları, yani Rablerinin kendilerine bağışladığına bir emanet olarak yaklaşmaları.

İkincisi ise her bir mümin; yaşadığı vatanını, ümmet-i Muhammed'in memâlikinden bir memleket addedip onu küffârdan emîn ve selâmette kılmasıdır. Yani hem nefisle hem de şeytanla girişilecek bir mülk dâvâsıdır bu.

Mülk dâvâsı, mülk kavramından başlar. Temelinde adaleti bulunduran Mülk kavramına bîgâne kalanların, vatan kavramı, sathî bir gürültüden öteye gidemez. Mülkümüzü parselletip, değersiz olanla değiş tokuş edip gavurun önüne haraç mezat çıkarmak, başta kelimelerimizin, yani anlam dünyamızın yağmaya gittiğinin kanıtıdır.

Mülke mâlik olmayan, gâvura memlûk olur. Gâvura memlûk olan, kendine mâlik olamaz; Kendine mâlik olmayanı da Cehennem'de Mâlik (cehennem bekçisi) karşılar.

"Vallâhul ganiyyu ve entumul fukarâu, ve in tetevellev yestebdil kavmen gayrakum summe lâ yekûnû emsâlekum." (Muhammed sûresi 36. âyet)

(Allâh zengindir, sizler fakirsiniz. Eğer yüz çevirecek olursanız, Allah, yerinize başka bir toplum getirir de onlar sizin gibi olmazlar)

İşte mülk-i Süleyman'dan ibret alamamış, Babil'le, Roma'yla, İspanya'yla, Almanya'yla en çetininden sınanmış yahudiler; bugün, tarih boyunca yaşadıkları memlûkiyet (kölelik) hissini, İngilizler tarafından kendilerine temlîk edilen yerlerde bir intikam duygusu olarak ırkçılıkla dışa vuruyorlar.

"Lehul mulku, lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûne" (Zümer sûresi 6. âyet)

(Mülk O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur. Nasıl O'na kulluktan şirke çevriliyorsunuz? )


#

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

YAZARIN SON YAZILARI

Yemen Dalgası

Yemen Dalgası

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Üçyüzaltmış Derece Halk

Üçyüzaltmış Derece Halk

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yok!

Yok!

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Acılarımız Hafifledi

Acılarımız Hafifledi

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.