Yıl 1964 İstanbul
Bir bahar günü Sakarya'dan İstanbul'a gidiyorum. O günlerde yirmi dört yaşında idim. İstanbul hakkında hiçbir bilgim yoktu. Galata Köprüsü'nden geçerken bir işportacı gözüme çarptı. Ne olur ne olmaz diye paramı bir kaç yere koydum. Giysilere bakarken biri yaklaştı yanıma. Huylandım. Kalabalık olduğu için hemen uzaklaşmam mümkün olmadı. İşte ne olduysa o zaman oldu. Yanıma yaklaşan adam cebimden paramı çarptı, tam kaçarken yakasına yapıştım. İşportacılar giysilerini topladığı gibi kaçtılar, ama polis onları da yakaladı, cepçiyi de alıp karakola götürdü. Sonra ne oldu bilmiyorum. Bu ilk dersim oldu. Galata Köprüsü'nden uzaklaştım. Amacım Sultanahmed'e gitmekti. Sordum birine, tarif etti. Sultanahmed'i buldum. Önce çevreyi gezdim. Namaz vakti de gelmişti. Abdest alıp camiye girdim. Cami o kadar büyüktü ki şaşkına döndüm. Böylesine güzel bir ibadet yeri hiç görmemiştim. Camiden çıktıktan sonra tesadüf bu ya, benim evinde kaldığım amcayı gördüm. Onunla birlikte Eyüp Sultan'a gittik, ama yol kapalı olduğu için uzun süre yolda bekledik. Eyüp Sultan'da bir süre kaldık. Dua ettik ve ayrıldık. Yine Sultanahmed'e geldik. Burada birbirimizden ayrıldık. Ben Tercüman Gazetesi'ne gidecektim. Sordum. Şu gelen dolmuşa bin dedi biri. Bindim. Kısa bir yolculuktan sonra Tercüman Gazetesi'ne vardık. İndim. Meğer çok yakınmış. Gazetede görüşmem gereken kişiyle görüştüm. Tekrar yola koyuldum. Yol iz bilmediğim için gittiğim yerlere işaret koyuyordum. Artık nerelere gittim pek anımsamıyorum, kayboldum. Kime sorsam karmaşık yanıt alıyordum. Meğer İstanbul Üniversitesi'ne gelmişim. Üniversiteyi gezdim. Beyazıt Meydanı'nda dolaştım. Kapalı Çarşı'ya girdim. Harika bir yer. Gelmişken arkadaşımı arayım diye düşündüm. Bir ayakkabı satan bir mağazaya girip adres sordum. Sormamla adamın bağırarak üzerime yürümesi bir oldu. Adam bağırıp çağırıyor. Gürültüye bitişik dükkandaki komşuları geldi ve beni dışarı çıkardı. Bana geçmiş olsun dediler. Meğer adam deliymiş, ne bileyim. Adresi onlardan öğrendim. Arkadaşımı buldum, onunla güzel bir gün geçirdim. Akşam olmuştu. Arkadaşım beni otobüse bindirdi. Sakarya'ya geldim. Vakit epeyi ilerlemişti. Öğretmenlik yaptığım köye gitmem için vasıta yoktu. Geceyi Sakarya'da geçirdikten sonra okuluma döndüm.
Başımdan geçenleri köylülere anlatınca bana öyle güldüler ki anlatamam. "Hiç öğretmen yol iz bilmez mi" diyorlar ve katıla katıla gülüyorlar.
Bir atasözü vardır: "Gülme komşuna gelir başına" diye. Gün gelir ben de sizlere gülerim dedim ve odadan ayrıldım. Gün geldi ben de onlara güldüm.
Babasından, annesinden izin alarak bir kız öğrencimi Ankara'ya götürdüm. O günlerde rahmetli Kayınvalidemin evinde hiç küçük çocuk yoktu. İlk kez evimize bir köylü kızı girdi. Kayınpederim emekli albaydı. Tam bir Atatürk sevgisiyle dolu bir insandı. Aman o köylü kızını nasıl sevdiler nasıl sevdiler anlatamam. Lütfiye aşağı, Lütfiye yukarı. Lütfiye evimizin gülü olup çıkıverdi.
Bir gün Lütfiye'yi Anıtkabir'e götürdüm. Burası Atatürk'ün evi dedim. Birlikte Anıtkabir'i gezdik. Eşim memur olduğu için bize katılamadı. Müzeleri gezdik. Atatürk'ün Ulus Meydanı'ndaki heykelini görünce öyle şaşırdı ki oradan Lütfiye'yi ayırmak pek kolay olmadı. Etnoğraya Müzesi önündeki heykel de çok ilgisini çekti. Arkeololoji Müzesi'ni gezmeye doyamadı. Üç gün boyunca gezdiğimiz Ankara onun için çok güzel, tatlı bir anı oldu.
Okulumuza dönünce Lütfiye arkadaşlarına Ankara'yı anlata anlata bitiremedi. Hele Atatürk'ü ...Her neyse Lütfiye büyüdü. Gelin olma çağına geldi. Şu işe bakın kısmeti çevre köyden bir delikanlı Ankara'da iş bulmuş. Daha doğrusu bir dağ köyünde yedeksubay öğretmenin Ankara'da işyeri varmış. O köyün gençlerine Ankara'da işe yerleştirdi. Lütfiye de o delikanlılardan biri ile evlendi ve Ankara'ya yerleşti.
İstanbul ile ilgili yazımı Cahit Sıtkı Tarancı'nın Bahar Sarhoşluğu şiiri ve Turgut Çakır'ın İşte Aklığım şiiri ile bitirmek istiyorum.
İlk sevgilinin gülüşüne benzer
Bir Nisan havası değil mi esen?
Zincirlere, kelepçelere inat,
Kanatlarımı açmak zamanıdır;
Allaha ısmarladık kaldırımlar.
Giyenler düşünsün dar elbiseyi,
Ölçülü sözü, hesaplı adımı
Ben kurtuldum kafeste kuş olmaktan;
Saltanat sürer gibi uçuyorum,
Erik ağacı gelin olduğu gün.
Hayranım bu şehrin bacalarına
İrili ufaklı hep bir ağızdan.
Nasıl derinden bu gökyüzüne doğru
Bir türkü söylüyorlar öyle sessiz!
Dumanın daim olsun güzel baca!
Yuvası saçakta kalan kırlangıç,
Yavrusu dallara emanet serçe,
Derken camiler üstünde güvercin
Minareler katından geçiyorum
Gökyüzü mahallesi İstanbul’un
Süt beyaz bir martıyım açıklarda
Gemilere ben yol gösteriyorum,
Buğday ve ilaç yüklü gemilere
Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
Bir süzülüşte vatanım dalgalar!
İşte aklığım
İşte sıcaklığım
İşte beynimin güneşi
Yüreğimin ateşi
İşte aklığımla arınmış bütün güzelliğiyle Ankara
Açmış anaç ışıklara gözlerini
Uzamış dal boyu başaklar
Bu benim sevgim
Bu senin güzelliğin, yüceliğin
Yalap yalap yağan yıldız gibisin Ankara
Ekin tarlasında giyinen toprak misali ak
Beynimde doğdu şafak
Ankara Kalesi, iyinin, güzelin düşüncesi
Çevrildi sonra yaşamın düğmesi
Uzaya giden katarlar gibiydi sevgim
Albayrağımsın güneşim
Sevdam memleketim.
#