Geri
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Îcad Çıkaama! (5)

"Taraklı insanını en iyi anlatacak kelimeyi deyverem mi size?"
Yayın: Güncelleme:

Merhum Mehmet Erkal Hoca, Taraklı insanını eleştirmek istediğinde, böyle anlatırdı ve ne demek istediğini âdeta küçük bir tiyatro sahnesindeymişçesine canlandırırdı:

"Eskiden kış geldiğinde, kahvelerde oturan Taraklılılar; elmanın, ayvanın, eriğin o sene de para etmediğinden yakınırlardı. Kahve ortamında biri söze atılır: Madem öyle, biz de meyveleri sökelim, yerine ceviz dikelim, bostan yapalım gibi bir şeyler söylerdi. Hatta Geyve'den, Gölpazarı'ndan misaller verilip bu işin tecrübe edildiğinden de dem vurulurdu."

"Tabi ya, öyle yapalım... diyebilecek bir iki cılız ses daha anca çıkar. Sonra birdenbire sessizlik kaplardı mekânı..."

"Kahvedeki bütün bu konuşulanları yerinden dinleyen tesirli bir kişi ki herkes onun ne diyeceğini beklemektedir, alnını kırıştırıp kendisinden gâyet emin bir ifadeyle: "Ağabeysinin, îcad çıkaamayın!" der ve konu bir daha açılmaksızın orada kapanırdı. İşte Taraklı insanı, o en sondaki söz'dür"

"Îcad çıkaamayın!"

Küçük yerlerde değişim, şehirlere kıyasla daha yavaş ve temkinli olur. Bunun hâricî sebepleri olabileceği gibi dâhilî (psikolojik) sebepleri de vardır sanırım. Bu ikisi birbirinden bağımsız da değildir zâten.

Erkal Hoca'nın Taraklı tesbitinin, aktarmış olduğu dönem açısından bir gerçekliği olabilir. Peki herhangi bir pazar günü, öğle namazında bile Yûnuspaşa Camii, yabancılarla lebâleb dolabiliyorsa Hisar Tepesi, Arafat gibi insan kaynıyorsa biz Taraklı insanını, eskiden olduğu gibi yine "îcad çıkarma!" sözüyle özetleyebilir miyiz?

Kanaatimce Taraklı insanı, îcad çıkarmak noktasında geçmişe kıyasla pek de farklı bir yerde durmuyor: Termalde hizmetçi, reklam ve dizi filminde figüran...

Îcadı çıkaran Taraklılı yok, îcad çıkarılan bir Taraklı var. Yine de "yabancıların burada çıkardıkları îcadın" baş döndürücülüğü yadsınamaz bir gerçek. Meseleyi daha fazla dallandırıp budaklandırmadan ben yine mevcûda döneyim.

"Kur'ân'dan Türkçe'ye Türkçeden Kur'ân'a" başlıklı yazılarımızın beşincisi olacak anahtar kelime "îcad"dır. Var olmak manasındaki vucûd kelimesinden gelen bu kelimenin kökü, Arapçadaki buldu manasındaki vecede kelimesidir.

"Yeni bir şey bulma, ortaya koyma, varlığı bilinmeyen bir şeyi meydana getirme; zihinde yeni bir düşünce tasarlama, aslı olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi zihinde kurma, (Allah için) var etmek, yaratmak" anlamlarındaki îcad kelimesinden, îcat çıkarmak ve îcat etmek gibi birleşik fiiller de oluşturulmuştur.

Sensin bizi îcâd eden / Doğru yola irşâd eden (Aziz Mahmud Hüdâyî)

"Ey Fuzûlî men dem urmuşdum safâ-yi ışkdan / Matla'-ı horşîd îcâd olmadan subh-ı ezel"

(Ey Fuzûlî, ezel sabahında daha güneş doğması mevcut değilken ben, aşkın temizliğinden zevkinden, bahsetmiştim)

Türkçede kullandığımız îcad kelimesinin kökü olan vecede'den türemiş kelimeler Kur'ân'ı Kerîm'in birçok âyetinde geçmektedir. Mesela birçok camimizin mihrabında yazılı olan Âl-i İmran sûresi 37. âyette kelime şöyle geçmektedir:

"Kullemâ dehale aleyhâ zekeriyyal mihrâbe, vecede indehâ rızkan" (Zekeriyyâ, Meryem'in yanına, mihrâba her girdiğinde onun yanında bir rızık bulurdu)

Hz. Şuayb'in kızlarının Hz. Mûsâ ile anlatıldığı kıssada da îcad kelimesinin kökü olan vecede/buldu iki kez geçmiştir:

"Ve lemmâ verede mâe medyene vecede aleyhi ummeten minen nâsi yeskûne, ve vecede min dûnihimumraeteyni tezûdâni, kâle mâ hatbukumâ, kâletâ lâ neskî hattâ yusdirar riâu ve ebûnâ şeyhun kebîrun"

(Musa, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de, hayvanlarını engelleyen iki kadın gördü. Onlara: Derdiniz nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz onların içine sokulup hayvanlarımızı sulamayız; babamız da çok yaşlıdır) Kasas sûresi 23. âyet.

Türkçede kullandığımız, aynı kökten (vecede) bir diğer kelimemiz de mûcid'dir. Var olan nesnelerden yepyeni bir şey ortaya koyan, yeni bir buluş yapan, îcad eden kimse; (Allah için) yok olanı var eden, yaratıcı manalarına gelir. Mûcid-i hakîkî/gerçek var edici Allah'tır.

Kelime Muallim Nâci'nin bir beytinde şöyle geçer:

"Allah ki mûcid-i cihandır / Bin türlü nikaptan iyandır"

(Allah ki kâinâtı var edendir / O, bin türlü perdeden âşikârdır, ayândır)

Kelimemizin kök harflerinden oluşan vecd, Türkçede özellikle de tasavvuf sahasında kullanılmaktadır. "Bir şey karşısında duyulan hayranlık veya sevgiden dolayı kendinden geçme durumu, yitiğini bulmak, istiğrak hâli; kasıt veya zorlama olmadan Allah'tan bir lütuf şeklinde kalbe gelen coşkunluk, ilâhî aşka dalıp kendinden geçmedir."

İstiklâl Marşı'nın dokuzuncu kıtasında kelime şöyle geçmektedir:

"O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım / Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım"

Fuzûlî'nin bir kıtasında ise kelimeye şöyle rastlarız:

"Sadâ-yı ney haram olsun dedün ey sofî-i sâlûs / Yere atdun hilâf-ı şer' ile nâmûsun İslâm'ın / Bu endam ile vecdiyyâtdan dem urmak istersen / İlâhî ney kimi sûrâh sûrâh olsun endâmun"

(Ey riyakâr sofu, ney sesi haramdır, dedin. Bu suretle İslâm'ın namusunu yere vurdun. Bu boy bos ile vecd, istiğrak yani heyecan içinde kendinden geçmek hallerinden bahse girişiyorsun. Boyun bosun ney gibi delik delik olsun)

Vecd kelimesi, Kuşeyrî Risâlesi'nde şöyle tanımlanır: "Vecd, kasıt ve zorlama olmaksızın sâlike gelen ve kalbine tesadüf eden bir şeydir. Bunun için şeyhler derler ki: Vecd bir müsadefedir (Kulun iradesinin tesiri olmaksızın Allah'tan gelen bir feyz, lütûf ve ihsandır). Vecd hâli, evrâdın (belli zamanda belli sayıda yapılan ibadet ve zikirler) meyveleridir. Bir kimse virdini ve vazifesini fazlalaştırdıkça Allah da onun hakkında lütfunu ziyadeleştirir."

"Aşk u şevk ehli vecd ü hâl ister / Ne kemâl ister ü ne mâl ister" (Ahî)

Duha sûresi 6/7 ve 8. âyetlerde kelime art arda sıralanır:

"E lem yecidke yetîmen fe âvâ /Ve vecedeke dâllen fe hedâ / Ve vecedeke âilen fe agnâ."

(O, seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni şaşırmış bulup yola iletmedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi? )

"Tasavvufta vecd hâlinin başlangıcına ise tevâcüd denmektedir. Vecdin kemâl hâline mâlik olmayan bir sâlikin bir nevi irade ile vecdi davet etmesidir. Zira sâlik kâmil manada vecde sahip bulunsaydı o zaman vâcid (mütevâcid olmaz, vücûd sahibi) olurdu."

Vecd hâline gelen, vecd sahibi kimseye de vâcid, denir. Fakat kelime, aynı zamanda Allah'ın esmâ-i hüsnâsındandır. Bu anlamıyla "istediğini istediği vakit bulan, hiçbir şey kendisinden kaçıp kurtulamayan, her şey kendisinde mevcud olan, her şey dâima huzurunda bulunan" Allah Vâcid'dir.

Aynı kökten gelen ve Türkçedeki kullanım sahası oldukça geniş bir başka kelimemiz de vücûd'dur. "İnsan veya hayvan gövdesi, beden; var olma, bulunma; varlık (zıddı adem); benlik..." gibi birçok manaya gelen bu kelime, Fuzûlî'nin aşağıdaki ilk beytinde Hz. Muhammed (a.s)e telmihen kullanılmıştır, ikinci beyitte ise vücûd, bir çalgı olan neye benzetilmiştir:

"Mazhar-ı âsâr-ı kudretdür vücûd-ı kâmilün / Feyz'i fıtratdan garaz sensen tufeylün kâ'inât"

(Kemâle ermiş varlığın, Cenab'ı Hakkın kudret eserlerinin zuhur ettiği yerdir. Yaratılış feyzinden maksat, sensin. Bütün kâinat, sen zuhur edesin diye yaratılmıştır.)

"Vücudum ney kimi surâh surâh olsa âh etmen / Mahabbetten dem urdum incimek olmaz cefâlardan"

(Vücudum ney gibi delik delik olsa yine ah etmem. Bir kere muhabbet davasında bulundum. Cefalardan incinmek olmaz)

"Vücûd kavramı, Allah’ın; zihnin dışında gerçekliğinin bulunduğunu ve mevcudiyeti zorunlu bir varlık (vâcibü’l-vücûd) olduğunu belirtir. Felsefe terimi olarak da bir şeyin zihinde ve zihnin dışında gerçek varlığa sahip olması veya bir şeyin aklî tahlil yoluyla belirlenen mahiyeti, zatı diye tanımlanır."

"Varlığın birliği ve varlıkta birlik anlamında bir tasavvuf terimi olan vahdet-i vücûd da bu bağlamda Tanrı, âlem ve insan ilişkilerini açıklayan düşünce sistemidir." Tasavvufta bir kavram olarak vücûd, "vecd hâlinden yükselenlerin ulaştığı mertebedir." Teveccüd ise coşmak, hallenmekdir.

Başka bir manada ise vücûd kavramı; vücûd-ı hakîkî (mutlak) ve vücûd-ı mukayyed olarak ikiye ayrılmaktadır. Vücûd-ı hakîkî: "Kendisinden başka bir varlık bulunmayan, hiçbir şeyle kayıtlı olmayan, bütün mevcûdat kendisinin tecelli ve zuhûrundan ibâret bulunan Hakk'ın varlığıdır." Vücûd-ı mukayyed ise: "Cenabıhakk'ın mutlak varlığının tecellisiyle hâsıl olan ve varlıkları bu tecelliyle kayıtlı olan yaratılmış her şeydir."

Talâk sûresi 6. âyette kökle bağlantılı şekilde kelime şöyle geçmektedir:

"Eskinûhunne min haysu sekentum min vucdikum ve lâ tudârrûhunne li tudayyikû aleyhinne..."

(Boşadığınız o kadınları, gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun ve onları sıkıştırıp evden çıkmağa zorlamak için kendilerine zarar vermeğe kalkışmayın...)

Mevcûd kelimesi de aynı kök üzere türetilmiş bir kelimedir. "Var olan, bulunan şey veya kimse; insan, hayvan veya eşya cinsinden bir topluluğu meydana getirenlerin tamamı" manasındaki mevcud kelimesi; çoğul ekiyle (-ât) mevcûdât (mahlûkat), yapma masdar ekiyle de (-iyyet) mevcut olma durumu manasında mevcûdiyet şekliyle Türkçede kullanılmaktadır.

Mehmet Âkif'in mısralarında kelime şöyle geçmektedir:

"Biz ki her mevcûdu yıktık, gâyesiz bir fikr ile / Yıkılmadık bir şey bıraktık ... Sâde bir şey: aile"

"Ah o yirminci asır yok mu o mahlûk-ı asîl / Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkiyle sefîl"

Yahudiler hakkında, Bakara sûresi 96. âyette kelime, kökteki manayla bağlantılı bir şekilde şöyle geçmektedir:

"Ve le tecidennehum ahrasan nâsi alâ hayâtin"

(Andolsun, onları hayata karşı diğer insanlardan daha ihtiraslı bulursun)

Âl-i İmran sûresi 30. âyette de kelime aynı şekliyle geçmiştir:

"Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran"

(O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır bulacaktır),

"İnsanda, iyiyi kötüyü ayırt eden, iyilikten huzur, kötülükten azap duymasına yol açan, davranışları hakkında âdil bir yargıya iten duygu; bulma" manasında kullandığımız vicdan kelimesi de aynı kök üzere türetilmiş Türkçe bir kelimedir.

"Terim olarak vicdan, insanın içinde bulunan ahlâkî otorite, ahlâkî değerler ve eylemler hakkında hüküm verme ve yargılama yeteneğini ifade eder."

Nâmık Kemal'in mısraında kelime şöyle geçer:

"Kapılma dehrin iğfâlâtına ahlâk bahsinde / Sana ol fende vicdânın yeter üstâd lâzımsa"

(Ahlak konusunda zamanın kandırmalarına, yanıltmalarına kapılma / Sana bu hile ve tuzaklar noktasında bir üstâd lâzımsa vicdânın yeterli olur)

Vicdan kelimesi, Mehmet Âkif'in aşağıdaki muhtelif mısralarında şöyle geçer:

"Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün / Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!"

"Muallimim diyen olmak gerektir imanlı / Edebli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı."

"Ne İrfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır / Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır."

"Değil mi cebhemizin sînesinde îman bir / Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdan bir"

Hz. Mûsâ'nın, Hızır'la geçen kıssası olan Kehf sûresi 65. âyette kelime kök anlamıyla geçmiştir:

"Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmen"

(Orada kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik ve ona katımızdan bir ilim öğretmiştik)

Fetih sûresi 23. âyette de kelime kök anlamıyla geçmiştir:

"Sunnetallâhilletî kad halet min kablu, ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlen"

(Bu, Allâh'ın öteden beri süregelen yasasadır. Allâh'ın yasasında bir değişme bulamazsın)

Netice olarak Arapçadaki "vecede" kökünden türeyen ve Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde geçen kelimenin, Türkçede çeşitli türevleriyle zengin bir kullanım alanına sahip olduğunu burada işaret etmeye çalıştık.

Allah, bütün bu mevcûdâtı yoktan îcad eden Mûcid-i hakîkî'dir. Kullar, O'nun vücûda getirdiği mevcûdât üzerinde sınırlı bir tasarruftan öteye gidemezler. Bu sebepten insan, îcad edebildiği şeyleri, ancak elinde bulunan mevcutla meydana getirdiğini, mûcidliğinin de bu sebepten mukayyed (sınırlı) olduğunu unutmamalıdır.

Bugün için mevcûdiyetlerini, ancak küresel güç merkezlerine bağlayarak idâme ettirebileceklerine inanan çıkar odaklarından vicdânî bir muhasebe beklemek zor gözüküyor.

Bizler bütün mevcûdiyetimizle şuna inanmaktayız. Hiçbir şey kendisinden kaçıp kurtulamayan, her şey kendisinden mevcud olan Allah, Vâcid'dir. Müminlerin vicdânına, vecd ile dolacak muhabbet rüzgârları, zulm ile dolan yeryüzünün kara bulutlarını bir gün ümitle dağıtacaktır.


#

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

YAZARIN SON YAZILARI

Üçyüzaltmış Derece Halk

Üçyüzaltmış Derece Halk

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yok!

Yok!

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Acılarımız Hafifledi

Acılarımız Hafifledi

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Dünya Bir Oda

Dünya Bir Oda

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.