HİLAFET HALİFELİK TARİHSEL SÜREÇ
Hz Peygamber 632 tarihinde vefat edince az bir sahabenin katılımıyla Hz Ebubekir, halife seçildi. Onun vefatıyla Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali yönetim makamına seçilmiş ve kendilerine "Halife" veya "Emirül Müminin" yani müminlerin emri ismi verilmiştir. Yine Hz Ebubekir hariç diğer üç halife vurularak şehit edilmiştir. Bu dört halife Hz. Peygamberin hadisinde belirttiği “hilafet benden sonra 30 senedir” sırrına münhasıran İslam devletini yönetmişlerdir.
Hulefâ-yi Râşidîn dönemindeki idare biçimini cumhuriyet şeklinde niteleyen bazı tarihçiler, Emevîler ile bu yönetim biçiminin bozularak saltanata dönüştüğünü ve mutlakiyetçi bir hâl aldığını iddia etmektedirler.
Hz. Ali ile Muaviye arasında Sıffin Savaşı’yla başlayan uzun mücadele sonucunda yapılan mütareke ile hilafet Şam ve Kufe halifelikleri şeklinde ikiye ayrılmıştır. Hz. Ali’nin şehid edilmesinden sonra kendisine biat edenler, yerine oğlu Hz. Hasan’ı seçmişlerse de Hz. Hasan halife seçildikten altı ay sonra halifelikten Muaviye lehine feragatte bulunmuş, Hz. Hasan’ın bu feragatı sonucunda İslam halifeliği Şam halifesi Muaviye’nin şahsında birleşmiş ve “Emevî Hilafeti” adı altında İslam birliği tekrar tesis edilmiştir.
Muaviye'den itibaren Hilafet babadan oğula intikal eden bir miras olarak “Mülk”’e dönüşmüş ve İslam dünyasında tartışmalara, bölünmelere, savaşlara neden olmuştur.
Artık Muaviye Halifedir. Sultandır.
Hilafetin saltanata dönüşmesi ile ilgili esas tartışma Muaviye’nin ölmeden önce oğlu Yezid’i veliahd göstermesi ve valiler aracılığıyla halktan biat alması ile başlamaktadır. Muaviye’den önce “İslam’da Cumhuriyet Devri” diye nitelenen dönemde halifeler şûrâ ile ümmetin icmasıyla seçilirken Yezid’in veliahd gösterilmesiyle başlayan dönemde babadan oğula geçen saltanat usulü kurulmuş ve cumhuriyet saltanata, “monarşiye benzeyen” mutlakiyetçi rejime dönüşmüş, meşveret sistemi ortadan kalkmıştır.
Derken Emevi ailesiyle Abbasi ailesi arasında başlayan huzursuzluklar ve neticede Abbasilerin galip gelmesiyle Emevi saltanatı sona ermiş, yerine "Abbasi Halifeliği" veya "Abbasi Saltanatı" iktidara gelmiştir. Bu süreçte çok kanlı mücadeleler olmuştur.
910 yılında Mısırda Şii Fatimi Halifeliği kurulmuş, böylece Abbasi halifeliğinin yeni bir rakibi hayat bulmuştur. Abbasi Halifesi Sünni Müslümanları temsil ederken Fatimi Halifeliği Şii Müslümanları temsil etmiştir.
Yine bu süreçte Endülüs'te "Endülüs Emevi Devleti" yani "Emevi Halifeliği" varlığını sürdürmekteyken 9 ve 11. asırlarda dünyada üç halifelik makamı bulunuyordu ve bu durum halifeliğin siyasi bir kurum olarak Hz. Peygamberden sonraki Raşid halifeler çizgisinden çok çok uzaklaştığını gerçeğini ifade ediyordu.
1031 tarihinde Endülüs'te Emevi Halifeliği ortadan kaldırılırken 1071 tarihinde Şii Fatimi Halifeliği sona ermiş, 1258 tarihinde Moğolların Bağdadı ele geçirmesiyle Abbasi halifeliği sona ermiş, halifelik Mısıra yani Memlüklerin kontrolüne geçmiştir.
1517 yılında Yavuz Sultan Selim Halifeye karşı savaşı başlatmış, savaş sonucunda Mısır'dan Halifeliği alarak İstanbul'a getirmişti. Genç Osman Osmanlı Padişahı Müslümanların Halifesiydi. Ancak Yeniçeriler ve işbirlikçileri Halifeye öyle kötü şeyler yaptılar ki.......! Gerçekte 1774 yılına kadar Osmanlı Padişahları Halifelik unvanını kullanmamış, bu tarihte "Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla" kaybettiğimiz "Kırım Müslümanlarının" Halifeliğini Osmanlı Padişahı üstlenmiştir.
Halifelik makamını en iyi kullanan II. Abdülhamid olmuş, halifeliğin etkisini siyasal anlamda kullanmıştır. Ancak Halifelik gücü Mısırın İngilizler, Tunusun Fransızlar, Türkistan'daki Hive, Hokand ve Buhara Hanlıklarının kontrolü Ruslara geçmesine mani olamamıştır.
İran "Şii Müslümanları" ise başından beri Halifeliği kabul etmemiş, kendi başlarına hareket etmiştir.
Almanlar Halifeliğin gücünü arkalarına alarak Bağdat ve Hicaz Demiryolunda söz sahibi olmayı ön plana çıkarırken, İngilizler Almanların etkisini kırmak amacıyla 1885-1906 yılları arasında Kuveyt, Necid, Hicaz, Sudan, Yemende isyanları teşvik ederek Osmanlının gücünün zayıflamasını hedeflemişlerdi. Yemen Türküsünün acı nağmeleri hala bunu hatırlatmaktadır....!
"Anlat bana bir parçacık, ecdâdımı anlat,
Muhtacım 0 efsaneye, tarihe masal kat.... "
Mitat Cemal Kuntay
1914 Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngilizler Şerif Hüseyin'e Mekke Merkezli Halifelik kurma isteklerini hayata geçirmeye çalışırken Fransa Fas Sultanını, İtalyalar Libya'da Şeyh Ahmet Sunusiyi, Ruslar Afganistan kralı Amanuallah Hanı Halife ilan etmeye çalışmışlardır.
Bütün bu gelişmeler olurken TBMM 1 Kasım 1922 de aldığı kararla Halifeliği ve Sultanlığı birbirinden ayırmış, Sultan Vahdettin 17 Kasım 1922 de İngiliz gemisiyle İstanbul'u terk etmişti. İngilizler Vahdettin eliyle Hindistan ve Sudandaki Müslümanlar üzerinde etki artırmayı denemiş, ancak Hint Müslümanları İngilizlerin bu oyununa katılmamış, böylece İngiliz projesi hayata geçirilememiştir. Bunun üzerine İngilizler Kral Hüseyin'i Halife ilan etmeyi planlamış, çalışmalarını bu yöne kaydırmışlardır. Gerekçe olarak "Akaid" Kitaplarında yazılı olan" İmam Kureyşten olmalıdır" ifadesini kullanmışlardır.
Cihan Harbinin ardından Sultan Vahideddin'in padişahlığının sona ermesi ve sadece "Halife" olarak kalması üzerine vahideddin, "Devletsiz bir hilâfetin mümkün olamayacağını ve böyle bir makamı kabul edemeyeceğini" söyleyerek 17 Kasım'da Türkiye'yi terk edince hilâfet makamı da boşalmış ve Meclis ertesi gün Sultan Abdülâziz'in oğlu Abdülmecid Efendi'yi bu makama getirmiştir.
Abdülmecid Efendi hilâfet makamında on beş buçuk ay kadar kalmış ve 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırmış olan Meclis, 3 Kasım 1924'te kabul ettiği 431 sayılı kanunla bu defa hilâfeti de lâğvetmiştir. Kanunun ilk maddesinde "Halife, hal' edilmiştir. Hilâfet, hükümet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esasen mündemic olduğundan, Hilâfet makamı mülgadır"; yani bugünün Türkçesi ile "Hükümetin ve cumhuriyetin anlamında ve kavramlarında hilâfet zaten vardır, dolayısı ile halife görevinden azledilmiş, hilâfet de kaldırılmıştır" deniyordu.
Günümüzde bunu yeniden gündeme getirilmesi Ortadoğu’da yeni fitnelerin, çatışmaların çıkması anlamına gelir. Şii İran ve etki ettiği insanlar, Vahabi Suudi Arabistan ve etkilediği ülkeler, kavgalı olduğumuz Mısır ve etki ettiği ülkeler yeniden daha sert bir şekilde Türkiye'ye cephe alabilir, dolayısıyla birlik için yola çıktığını sanan insanlar Türkiye'nin uluslararası arenada daha çok yalnızlaşmasına sebebiyet verebilirler.
Sonuç olarak tarihin hiçbir döneminde tek ve güçlü bir halifelik olmamış, Birinci Cihan harbi örneğinde olduğu gibi bazı Arap unsurlar Osmanlı Halifeliğini tanımamıştır. Halifeliğin siyasal olarak en güçlü olduğu dönemde Osmanlı kendisinden maddi ve manevi destek isteyen Kafkas Müslümanlarına, Türkistan Müslümanlarına, Afrika Müslümanlarına, Hint Müslümanlarına asker ve silah yardımında bulunamadığı gibi kendini koruyamamış, 1.5 milyon kilometre kare toprağını kaybetmişti. Mondros Mütarekesi işin sonu olmuştur.
“Hilâfet, tarih boyunca uygulamada üç temele dayanmıştır: "Devlet", "kılıç" ve "bey'at"... Yani bir devletin başında bulunmak, güce sahip olmak ve "halife" unvanını Sünnî İslâm dünyasının kabul ve tasdik etmesi. Bu unsurlardan birinin mevcut olmaması hâlinde ilân edilen yeni bir hilâfet "kendin pişir, kendin ye" misâli ortaoyunundan ibaret demektir!”
Bundan dolayı lütfen tarihi hamasi masal, efsane katarak yorumlama anlayışından vaz geçelim.
Artık gerçeklerle yüzleşelim....!
KAYNAKÇA:
Muhammed Hamidulalh, İslama Giriş, İstanbul, 1983.
Zekâi Konrapa, Peygamberimiz, İslam Dini ve Aşere-i Mübeşşere, İstanbul 1973.
Sinan Meydan, "İşte Halifelik Gerçeği" Sözcü, 3 Ağustos 2020.
Murat Bardakçı, "Hilafet, Meclistedir" Yalanı, 9.7. 2014 Haber Türk.
Bilal Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, Ankara, 2005.
Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, Hayat Yayınları, 1975. İlgili Ciltler.