Geri
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Abdalların Budalalıkları (24)

Mustafa Özbilgenin yeni yazısı yayında.
Yayın: Güncelleme:

Bir şeyin bedeli yoksa o şey değersizleşir. Tıpkı öğrencilere her yıl bedava dağıtılan okul ders kitapları gibi... Milyonlarca ders kitabı, anaokulundan liseye kadar bilâbedel devlet tarafından veriliyor. Bu, sosyal devletin bir hizmeti olarak görülebilir. Ama ihtiyaç sahibi olmayan bilakis ihtiyaç sahiplerini himaye etmesi gereken zengin ailelerin de çocukları bu parasız kitap hizmetinden istifade ediyor.

Meselenin düğümlendiği yer de burası. Gerçek manada istifade ediliyor mu?

Verildiği andan itibaren kapakları soyulan, sayfaları yırtılan, karalanmış zavallı kitaplar; karatahtayı silmek için bir bir koparılan her bir yaprağıyla değer bilmezliğin göstergesi durumunda.

Konuları buradan takip etsin diye öğretmenlere de girdikleri her dersin ve her kademenin bir kitabı meccanen veriliyor. Öğrenci de öğretmen de kitaplar çok pahalı, kitap yok diye bir bahane öne süremez bu noktadan sonra. Sadece ders kitapları da değil, çeşit çeşit ilk, orta ve liselere hazırlık test ve etkinlik kitapları da yıl boyu dağıtılıyor. Kitabın ve kâğıdın fahiş fiyatlarla satıldığı bugünlerde yapılan bu hizmetin çok değerli görülmesi gerekmiyor mu?

Görülmüyor.

Ben kitabımı sene başında kapladım. Havuza don ve gömlekle giren bedevi gibi öğrencilerce önce alay konusu oldu yeşil kaplıklı kitabım. “Konu komşuya dert oldu Kul Ahmet’in ceketi” kadar olmasa da garip karşılandı biraz. Zamanın gerisinde…

Öğretmenler, kendilerine verilen bu kitapları ne kadar önemseyerek derslerini işliyor? Yeni nesil öğretmenler, taşınır belleklerindeki görsel şölenli bin bir çeşit kaynaktan damıtılmış bilgi hazinelerini akıllı tahtalarda yansıtarak derslerini daha zengin ve ilgi çekici kıldıklarını düşünüyorlar. Belki haklılar. Çağdaş eğitim, bunun zeminini oluşturmaya çalışıyor uzun zamandır. Salgın sürecindeki uzaktan eğitim metotları da tablet ve telefon aracılığıyla meseleyi daha da hızlandırdı.

Kitap tahlilinde uzman birçok öğretmenimiz, verilen kitapların öğrenci için yeterli olmadığı, iyi hazırlanmadığı kanaatinde. Ben öyle bakamıyorum. Çünkü kitaplar hakkında çok az şey biliyorum. Kitaptaki az bilgiyi yorumlamak benim işim zaten. Bir soru, bir mısra hatta bir kelime, kırk dakikalık dersimi alıp götürüyor. Bana yazılı hiçbir şey kolay gelmiyor. Sözlü daha da zor.

Bir yandan ücretsiz olması diğer yandan öğretmenin beğenmeyip burun kıvırması, öğrencinin kitaplara olan yaklaşımındaki hoyratlığını iki kat arttırıyor. Sebil gibi her taraf kitap olunca kitabın itibarı da kalmıyor. İktisat bilimi: “Arz artarken talep azalırsa fiyat üzerindeki aynı yönlü etkileri sonucu fiyat düşer.” diyor.

Oysa öğrencilik hayatımız boyunca satın almak zorunda olduğumuz kitaplar ne kadar da değerliydi. İmkânı olanlar; kaplar, etiketler yapıştırıp künyelerini yazarlardı kitaplarının üstüne. Kaybolmasın, karışmasın kimsenin kitabı kimseyle. Gazete sayfalarıyla kitap kaplayan arkadaşlarımız da vardı. Dayanıksız gazete sayfaları birkaç hafta içinde parçalanır, elleri kara yapardı. Arkadaşımız çok utanırdı. Üzülürdük. Ama her türlü kaplanırdı, maksat değerli olanı muhafaza etmekti.

Kullanılan kitapları, gelecek seneye ya bir kardeşimize yahut da akraba, konu komşu, tanıdığa verirdik. Yeni gelenlere kendi kitabını sattığın gibi sen de üsttekilerden satın alırdın kitaplarını. Mübadele usulü çok iyi işlerdi okulun ilk haftaları. Yeni müfredata uygun kitapların istendiği senelerde, öğrenciler için büyük hayal kırıklıkları yaşanırdı. Okulun ilk ayları hep kitap telaşıyla geçerdi. Ortaya oturanın önünde bir kitap, üç kişi takip ederdi aynı sırada dersi. Ev ödevleri de akşamları bir araya gelinerek yapılırdı.

Ben hala derslerimi satırı satırına, parasız verilen ve benim sene başında Muammer Kaddafi’ninki gibi yeşil kaplıkla tezyin ettiğim kitabımdan işlerim. Kitaptan okuturum, kitaptan yazdırırım, yazılı sorularını da hep kitaptan çıkarıp sorarım. Bu durum, okul kitabının dışında hiçbir kaynaktan beslenmediğimiz anlamına gelmez. Sadece pergelin sivri ucunu ders kitabına sabitlerim, diğeri açıktır alabildiğine. Romanlar, hikayeler, tiyatrolar, şiirler…

Sene boyu dikkat ederim sınıflara. İçerisinde ayet-i kerime, hadis-i şeriflerin de bulunduğu dini-mesleki kitaplar da dahil birçok kitap pencere kenarlarına, kullanılmayan sıraların gözlerine, tozlu raflara atılmış bekleşir. Nihayetinde hepsi toplanır ve en iyi ihtimal geri dönüşüme gider. Fakat benim dersimin kitabı, girdiğim hiçbir sınıfta öteye beriye savrulamaz. Çünkü bir sonraki derste öğrenci kitabını göstermek zorunda kalır.

Bir şeye değer biçmezsek o şey biçilir. Kadr ü kıymeti bilinmez. Yunus Emre: “Bugün canım yola koyam, yarın ivazın veresin” diyor. İvaz nedir? Bedeldir. Bazı şeyler öyle değerlidir ki ona en değerli olanı verirsin, can gibi. Bazen de değer biçemezsin. Akif: “Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” derken dünyanın, cennet vatana mukabil olamayacağını hatırlatır. Peki vatan, dünyada bir yer değil midir? Hayır, görünüşte öyle olsa da Müslümanlar darülislam olan vatanlarının kendilerini ebedi-asli yurda taşıyacak cennet-vatan olduğunu bilmenin şuuruyla hareket ederler.

Bir şeye değer biçmek önemli, ama değer biçemeyeceğimiz kadar dokunulmaz olan, harem şeylere cüretkâr davrananlara haddini bildirmek icap eder. Makası kimin eline aldığı, ne maksatla aldığı, terzi olup olmadığı… Bunlar üzerine düşünmek pekâlâ önemli. Ancak bunlarla gereğinden fazla zaman kaybetmeden ilk yapılması gereken şey, değerleri biçtirmemektir.

Türkiye’nin ağacına, deresine, yaylasına, hayvanına, tohumuna, toprağına, yer altına, yer üstüne, yetişecek nesillerine biçilemez değerler deriz. Sadece değerdir onlar. Çünkü bunlar, bizden öncekilerle bizden sonrakiler arasında tahakkuk edecek varis-miras ilişkisi üzerinden değerlendirilir.

Korumak, aynı temizlik ve mamuriyetle muhafaza etmektir emaneti, sonrakilere teslim etmekten başka tasarruf hakkımız yoktur bu emanette.

Memnûdur.

Bu uzun girizgahtan sonra yazmayı uzun zamandır ihmal ettiğim “Kurân’dan Türkçeye, Türkçeden Kur’ân’a Kelimeler” başlıklı seri yazılarımızın yirmi dördüncüsü olacak “bedel” kelimesine eğilebiliriz.

Bedel kelimesinin kökü “bir şeyi bir şey ile değiştirmek, yerine vermek/almak” manasındaki bedele kelimesidir. Kubbealtı Lugatı’nda şu manalara geldiği söylenir: “Değer, fiyat; bir şeyin yerini tutan başka bir şey; bir şeyin yerine verilen şey, karşılık, ivaz; birinin yerine onun parasıyla hacca giden kimse; kısa dönem askerlik yapmak veya hiç yapmamak isteyenlerin devlete ödedikleri para; karşılık olarak, yerine; açıklama vazîfesi görmek üzere bir kelime veya kelime öbeğinden sonra gelen öğe.

Bedel kelimesine gelen yapım ekleri, Türkçede birçok kelimeyi de türetme imkânı sunmuştur: bedel-ci, bedel-ci-lik, bedel-li, bedel-siz gibi… Mesela Bedelci: “Askerin tayın pusulalarını toplayıp satmak suretiyle ticaret yapan kimse”ye denir.

Kelime, Kehf suresi 50. ayette şöyle geçmektedir:

“Ve-iz kulnâ lilmelâ-iketi-scudû li-âdeme fesecedû illâ iblîse kâne mine-lcinni fefeseka ‘an emri rabbih(i) efetetteḣiżûnehu vezurriyyetehu evliyâe min dûnî vehum lekum ‘aduvv(un) bi/se lizzâlimîne bedelâ(n)

(
Ve yâd et o zamanı ki, meleklere, «Âdem'e secde ediniz.» demiştik de onlar da hemen secde etmişlerdi, İblis müstesna; cin tâifesinden idi. Rabbinin emrinden çıkıverdi. Şimdi benden gayrı onu ve onun zürriyetini dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin için bir düşmandır. Zalimler için ne fena bir bedel.)

Kelime Muhyî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Bedel bulmadı hâk-i pâyine hîç
Gözüm çok kuhlün oldı sürmedânı
(Gözüm, birçok sürmenin sürme kabı oldu; fakat ayağının toprağına, ondan yapılmış sürmeye hiç karşılık/bedel bulmadı)

Kelime, bî ön-ekiyle “eşsiz, benzeri olmayan” manasında Nedim ve Ne’nin beyitlerinde şöyle geçer:

Güzelsin -bedelsin şûhsun âlüftesin cânâ
Söz olmaz hüsnüne gelmez nazîrin âleme hakkâ
(Güzelsin, eşsizsin, işvelisin, aşiftesin ey sevgili; güzelliğine söz olmaz, benzerin gerçekten gelmez âleme)

Seni hüsn ile gâyet bînazîr ü bî-bedel derler
Ne derlerse senin hakkında sultânım güzel derler
(Seni, güzellik ile son derece benzersiz ve eşsiz derler; hakkında ne derlerse sultanım güzel derler)

“Bir şeyin veya bir kişinin yerini alan şey veya kimse, karşılık, ivaz” manasındaki bedîl kelimesi de aynı kökten türemiştir.

Kelime, Ahmedî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Bedel sana kim olısar cihanda
Çü yoktur âferînişte bedîlin
(Kim dünyada senin yerine geçmek istese ne var ki yaratılışta karşılığın yoktur)

Tebdil kelimesi de aynı kökten türetilmiştir. “Değiştirme, değiştirilme, başka şekle sokma; kıyâfet değiştirerek halkın arasında gezme; gezen; gizli işleri araştıran kimse, bir çeşit gizli polis” manalarına gelen kelime; tebdilimekantebdilihava şeklindeki tamlamalarda da kullanılır.

Kelime Ahzab Suresi, 62. ayette şöyle geçer: “Sunnetallâhi fî-lleżîne halev min kabl(u) velen tecide lisunnetillâhi tebdîlâ

(Bu Allah'ın daha evvel gelip geçenler hakkındaki kanunudur ve elbette ki sen Allah'ın kanunu için bir tebdîl bulamazsın)

Bâkî, Ümmî Sinan ve Kânî’nin beyitlerinde kelime şöyle geçer:

Virelüm cânı dilâ bûs-ı dehân-ı yâre
‘Âkıbet yoklığa tebdîl iderüz varlığı
(Yarin ağzını öpmeğe canı verelim gönül; akıbet varlığı yokluğa değişiriz)

Nefsini emmâreden kurtarmağa var çâre kıl
Kılmaya tebdîl ahsen vechini yevmü’n-nüşûr
(Nefsini emrediciden kurtarmağa çare bul; mahşer günü senin en güzel yüzünü çevirmeye.)

Sen şâh-ı hüsn iken ne bu ihmâl-i nâ-be-gâh
Tebdîl-i gûne bir gezerün yok mıdur senün
(Sen güzellik şahı iken bu yersiz ihmalin nedir; çeşitli kıyafetler değiştirip bir gezmen yok mudur?)

Mübâdele kelimesi de aynı kökten türemiştir. “Bir şeyi başka bir şeyle değişme, değiş tokuş, trampa” manasına gelir. Mübâdil ise “başka bir şeyle değiştirilen, değiş tokuş yapılan, mübâdele edilen; İstiklâl Savaşı’ndan sonra Türkiye’den gönderilen Rumlar’a karşılık Yunanistan’dan getirilen, Rumlar’la mübâdele edilen Türkler’e verilen isim” manasına gelir. Mübeddil de aynı kök üzeredir ve “değiştiren, tebdil eden; değiştirgeç, konvertisör”dür. Mübeddel ise “başka bir şekle konulmuş, değiştirilmiş, tebdil ve tağyir edilmiş” manasındadır.

En’âm Suresi 115’te kelime şöyle geçer: “Vetemmet kelimetu rabbike sidkan ve’adlâ(en) lâ mubeddile likelimâtih(i) vehuve-ssemî’u-l’alîm”

(Rabbinin kelimesi, doğruluk ve adaletçe tamamlanmıştır. Onun kelimelerini tebdîl edecek yoktur. O semîdir, alîmdir)

Fuzûlî, Azmizâde Hâletî ve Edirneli Nazmî’nin beyitlerinde mübeddel kelimesi şöyle geçer:

Mübeddel kılmağa subh-ı visâle şâm-ı hicrânı
Menüm âhum elidür subh u şâm ü çarh dâmânı
(Ayrılık gecesini, kavuşmak sabahına değiştiren benim âhımin elidir; öyle ki âhımın eli sabah, gece ve feleğin eteğine yapışmıştır.)

Mübeddel eyleme subh-ı visâli şâm-ı hicrana
Hazer kıl âftâb-ı hüsnünün cânâ zevâlinden
(Kavuşma gününü ayrılık gecesine değiştirme; ey sevgili güzellik güneşinin zevâlinden sakın.)

Giderdi gam u gussa gelürdi ferah u şevk
Ger firkat-i yâr olsayıdı vasla mübeddel
(Sevgiliden ayrılık, kavuşmaya dönüşseydi; gam ve keder gider, ferah ve şevk gelirdi.)

Başka şekle girme, değişme, tagayyür” manasındaki tebeddültebeddülat kelimeleri ve “değişme” manasındaki tebâdül kelimesi de aynı köktendir. Nisa suresi 2. ayette şöyle geçer: “Veâtû-lyetâmâ emvâlehum velâ tetebeddelû-lhabîse bi-ttayyibi…”

(
Ve yetimlere mallarını veriniz ve temizi murdarla değişmeyiniz.)

Nigârî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Makâm-ı temkînin tahtındadır hep
Ne kim var ey dil-i şeydâ tebeddül

(Ey divane gönül karar makamının tahtında ne varsa değişmektedir)

İstibdâl kelimesi de aynı kök üzeredir. “Bir şey verip yerine başka bir şey alma, değiş tokuş; bir vakıf mülkünü başka bir vakıf mülkü ile değiştirme; Askerlik müddeti biten erleri terhis edip yerine yenilerini alma, hizmetini tamamlayan askerlerle yenilerini değiştirme” manalarına gelen kelime, Nisâ Suresi 20. ayette şöyle geçer:

“Ve-in eradtumu-stibdâle zevcin mekâne zevcin veâteytum ihdâhunne kintâran felâ te/huzû minhu şey-â(en) ete/huzûnehu buhtânen ve-ismen mubînâ“

(
Ve şayed bir zevceyi bırakıp da yerine diğer bir zevce almak istiyorsanız evvelkine yüklerle mehir vermiş de bulunsanız içinden bir şey almayın, ne diye alacaksınız bir bühtân ederek ve açık bir vebal yüklenerek mi?)

Kelime Hayâlî Beyin bir beytinde şöyle geçer:

Vaslı ile cânım istibdâl edersem n’ola kim
Kim kaçar âlemde ey meh assılı bâzârdan

(
O sevgiliye kavuşmakla canımı değiş tokuş edersem ne olacak; ey ay gibi olan sevgili, kim bu âlemde kârlı pazardan kaçar?)

Abdal kelimesi de aynı kökten gelmektedir. “Kalender, gezgin derviş; tasavvuf inancına göre, Allah tarafından âlemi mânen idâre etmekle görevlendirilmiş ve kendilerine âleme hükmetme izni verilmiş olan velîlerin mânevî derecelerinden birinin adı ve bu mânevî derecede bulunan velî; bunlar, Allah aşkında fânî oldukları ve geçici dünya menfaatlerine önem vermedikleri için halleri halkın anlayışına göre akılsızlık sayılmış ve bu sebeple “abdal” kelimesi dilimizde “aptal” şekline dönerek “aklı kıt, idrâki zayıf” anlamına gelmeye başlamıştır.”

Ragıb el-İsfahani: “Abdâl, salih bir topluluktur; Yüce Allah, onları, geçmişte kendileri gibi bir topluluğun yerine koymaktadır.” der. Ragıb, “Abdal kavramının, kendi kötü tutumlarını iyi tutumlarla değiştiren kişiler manasına geldiği”ni ekler. Furkan Suresi 70. ayetin bu anlattığı abdal kavramına işaret ettiğini söyler.
“llâ men tâbe ve âmene ve’amile ‘amelen sâlihan feulâ-ike yubeddilullâhu seyyi-âtihim hasenât(in) vekânallâhu ġafûran rahîmâ”

(Ancak tövbe eden ve imân eden ve sâlih amel ile amelde bulunan müstesna. Artık Allah onların günahlarını sevaplara tebdîl eder ve Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyici bulunmaktadır.)

Edirneli Nazmî ve Azmizâde Hâletî’nin beyitlerinde kelime şöyle geçer:

Baş açuk abdâ olsam ol perînün nola kim
Nazmiyâ her ‘âşıka dîvânelik nâçârdur
(O peri gibi güzelin abdalı olsam ne olacak; Ey Nazmi, her aşık kaçınılmaz olarak deliliğe düşer.)

Şeh-i ‘ışkam sipihr ü âftâbı taht u tâc itmem
Bir âbdâlam ki ölsem dehre ‘arz-ı ihtiyâc itmem
(Aşkın şahıyım; felek ve güneşi, taht ve taç etmem; bir abdalım ki ölsem zamana ihtiyacımı arz etmem.)

“Dünya ile ilgisini kesmiş kendini Tanrıya vermiş, abdal kelimesinin eski metinlerde ebdal” şekli de kullanılır.

Büdelâ kelimesi de aynı kök üzeredir: “Allah tarafından âlemi mânen yönetmekle görevlendirilmiş ve kendilerine olaylara hükmetme izni verilmiş olan velîlerin belli bir mertebede olanları” manasında kullanılır. Budala ise: “Aklının azlığından dolayı yeterince düşünemeyen ve akıllıca hareket edemeyen (kimse), aptal, ahmak, bön, alık; bir şeye düşüncesizce düşkünlük gösteren kimse” manasında kullanılır. Kelime Mehmet Emin Yurdakul ve Ziya Paşanın mısralarında şöyle geçer:

Ben biçare, bu sözlere budalaca inandım;
İnsan yüzlü şeytanların düzenine aldandım.

Zâhirde görüp bizleri sanma ukalâyız
Biz bir sürü âkıl sıfatında budalayız

Bir şeyin yerine başka bir şeyi koyma, değiştirme; bir harfin yerine başka bir harf koyma” manasındaki ibdal kelimesi de aynı kök üzeredir. Şeyhülislam Yahya’nın bir beytinde kelime şöyle geçer:

Ten-i pür-dâg ile ibdâl olupdur
Tecerrüd tekyesinün hırka-pûşı

(Soyutlanma tekkesinin dervişi; yara dolu ten ile değişir.)

Yukarıda bedelden türemiş yaklaşık yirmi kelimeden bahsettik. Bu kelimelerin Türk şiirindeki kullanımlarına örnekler verdik. Kelimenin Kur’ândaki çeşitli şekillerini gördük. Bu noktada Türkçenin Kur’ân ile münasebetine dikkatimizi yoğunlaştırmaya devam etmek zorundayız. Kimi zamanlar bu dile bedel başka bir dil ihdas etmek istenmiş olsa da Türkçe, Kur’ân’ın gölgesinde teşekkül etmiş olduğundan yazılı ve sözlü kaynaklarımız bizi Kur’an’a icbar eder. Kendini unutturmaz.

Türkçenin Kur’ân ile canlı münasebetine sadece kelime haznesi açısından değil, anlam, eylem ve düşünce bağlamında dikkat kesilmemiz gerekiyor. Böylece Türkçenin bilinenin çok üstünde güçlü bir düşünce, anlam ve eylem dünyası olduğu görülebilir. O dünyaya girebilmek için dilin bizden istediği şey hassasiyet. Dil hassasiyeti.

“Aslın ifası kabil olmadığı takdirde bedeli ifa olunur” der Mecelle. Fıkıhta bu bedeller ayrıntısıyla anlatılır. Kurban, borç ve hacda bedel söz konusuyken namazda, oruçta üçüncü şahısların bu ibadetleri bizim adımıza yapmaları mümkün değildir.

Bugün bir şeyin yerine başka bir şeyi koymak kaygı mevzusu değil. Bedelsiz tebdilatın çağındayız. Mevcudu attığımızda, yerini başka bir şey doldurmuyor mu? Öyleyse bedelsizlik mümkün değilmiş gibi gelebilir. Fakat dikkat edilmesi gereken husus şurası ki bir şeyi terk ettiğimizde, yerine gelen bedel asla mukabil olmuyor. Çünkü değişikliklerimizde yerine geçecek bir “asıl” düşüncesi yok. İrade, bir usul izlemiyor.

Câri piyasa şartlarının sunduğu arzın taliplilerinin, Mecelle’deki ifa edilecek asıl’ın yerine konacak bedel endişesi duyması kabil değil. Rüzgârın önündeki kuru yaprak, fırtınalı denizde küçük bir kayık gibi savrulmak bir tercih olmadığı için bedelden de bahsetmek beyhudedir.

Delice yaşam şekilleriyle abdallardan başka bu düzene aykırı düşecek hiç kimse gözükmüyor. Onlar yaptıkları budalalıklarla bütün varlıklarını bedele dönüştürürler. Kabul gören kârların zarar, kabul gören zararlarınsa kâr bellenmesi varsın klinik vaka olarak tespit edilsin uzmanlarca. Mübadele onlarca fâsiddir. Çünkü dokuz abdal bir kilimde uyur, iki pâdişah bir iklîme sığamaz.

#bedel #abdal #tebdil #ibdal #tebdilat #mubadele

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

YAZARIN SON YAZILARI

Hâlimiz Haddimiz mi? (45)

Hâlimiz Haddimiz mi? (45)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında.
Bahar Oyunu

Bahar Oyunu

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Bayram Efkârı (44)

Bayram Efkârı (44)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Çârgâh

Çârgâh

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Köpekleri Tanımak, Adâveti Anlamak (43)

Köpekleri Tanımak, Adâveti Anlamak (43)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Silinen Tablomuz ve Hasan Karaman

Silinen Tablomuz ve Hasan Karaman

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.