Geri
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Türkler Boykot Yapabilir mi, Üzümün Başını Kesebilir mi? (34)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında.
Yayın: Güncelleme:

İçerisinde bir salkım çekirdeksiz İzmir üzümü olan tabağa baktım. Cımbıtlardan dökülmüş üzüm tanelerinin uçları çürümeğe başlamış. Başları kahverengiye dönen bu üzüm taneciklerini yer misiniz?

Anneannem, bunların baş taraflarını bıçakla keserdi, dedim hanıma. Benim anneannem de keserdi, dedi. Peki, biz böyle üzüm tanelerini tek tek kesip çocuklarımıza yediriyor muyuz?

Canımız ne zaman yansa Amerkan ve İsrail mallarına boykot diyoruz. Sakallı-sarıklı amcalar süper marketlerde listelerle dolaşıyor. Bu iyi bir şey, fakat toplumda siyasi bir bilinç oluşmadığı müddetçe biliyoruz ki birkaç ay sonra her şey eskiye dönecek, dönüyor da…

Kendini ustaca gizleyen ve Tanrı gibi her şeyin üstünde hâzır ve nâzır olduğunu hissettiren bir iktidar var. Dünyadaki işleyişi belirlerken sanki yokmuş gibi kendini perdeleyen bir iktidar. Kendini devletler, ordular, şirketler üzerinden tezahür ettiren bir piyasa bu. İnsanları evirip çeviren, yön belirleyen bir muktediri ancak kan akıtanlara arka çıktığında fark edip ona karşı tavır geliştiren kitleler; bunu barış (!) zamanlarında unutuveriyor. Oysa sair zamanlarda da boş durmaz bu iktidar. Kuralları, yaşam düzenini belirleyen o olduğu gibi savaşı ve özgürlük sınırlarını da belirler.

Sermayeciliğin; tabiata ve insana nasıl düşman bir sistem olduğunu vatandaşlarına bildirmemiş bilakis kendisi sermayeciliğin değirmenine su taşıyan devletler ise Amerika’ya, İngiltere’ye, İsrail’e hiçbir şey yapamazlar. Deve sütü ve hurmayla ekmek makarnası ve tarhana çorbasıyla yaşayabileceğine inanmayan insanlar bu şeytani güçlere karşı pek bir şey yapamazlar.

Kendini hangi siyasi yelpazenin müntesibi görürse görsün, kişide küresel sermaye düzenine karşı bir tavır oluşmuş mu ona bakalım. Yoksa sağcı-solcu, ilerici-gerici, nasyonel-enternasyonel… gemisini yürütmek namına siyasi yapıları kendine paravan olarak mı kullanıyor?

Sömürüye, emperyalizme başkaldırmayan bütün siyasi yapılar küresel sistemin yerli ticari mümessilleridir. Emperyalistler her ülkede böyle şubeler, acentelikler açar. Bunu anlamanın yolu da zor değildir. Herkes bulunduğu ülkedeki küresel düşman-şirketlerin işlerini kimlerin kolaylaştırdığına iyice bakmalı.

Taraklı’nın Avdan Köyü’ndeki keçi çobanı Nurettin Aga, kola zaten içmiyor, çünkü bahçesindeki meyveleri komposto-hoşaf yapıyor. Nurettin Aga’ya starbucks içme demek de mekân itibariyle abes. Öyleyse şehirlerde starbucksın yaşam şeklimizin bir parçasına dönüşmesini salık veren serbest piyasa sistemiyle ilgili bir derdimiz var mı ona bakalım. Ya da şeker fabrikalarımıza karşı kurulmuş Amerikan nişasta bazlı dev şeker fabrikası Cargill’a dair kafamızda bir soru işareti var mı? Kimler Bursa’da bu şirketin önünü açtı ve Türkiye’de böyle şirketler işlerini nasıl rahatlıkla görebiliyor?

Bireyler boykot yapsın âmenna… Fakat boykot dediğimiz şey sadece vatandaşın omuzlarına bırakılacak bir sorumluluk değil ki… Yerli şirketler de tek tek bireyler kadar boykot yapılması gereken ülkelere karşı ödevini yerine getirebiliyor mu? İthalat-ihracat ilişkilerinde soykırıma ortak olabilecekleri endişesini taşıyorlar mı?

Bu da yetmez!

Devlet var. Türkiye’deki ABD üslerinden kalkan uçaklar, limanlarımızdan yüklenen gemiler de neyin nesi? Demirin, çimentonun ve bilcümle kritik ürünün ve dahi içme suyunun Türkiye’den İsrail’e gitmeye devam ettiği doğru mu? İsrailli pilotların Konya semalarında eğitim gördüğü doğru mu? Devlet idare edenler, Gazze’deki soykırım karşısında yaptıklarından ya da yap(a)madıklarından sorumludur.

Türkler boykot yapabilir mi?

Bunu konuşmadan önce genel olarak nasıl bir tüketim alışkanlığına sahibiz ona bakalım. Çünkü boykot stratejik ve dönemsel politik bir tavırdır. Tüketim alışkanlığı ise devamlılık arz eder. Piyasanın talep ettiği tüketim alışkanlığına uygun olmayan biri, doğal olarak boykotu hayatında kalıcı kılar. Fakat tüketim alışkanlıklarını piyasanın talepleri doğrultusunda kalıcı hale getirmiş kişi, vicdanen bir dönem boykot yapsa da boykotun bitmesini iple çeker ve uygun politik sonuçlar doğunca da ördüğü kendi zayıf duvarını hemen yıkar.

Tarihteki Türk’e bakarak meseleyi biraz örneklendirelim.

Kanuni döneminde Avrupalı bir elçi Busbecq. 1555-1560 yılları arasında Osmanlı’da bulunmuş. Türkler’i yakından tanıma imkânı olmuş. Türk Mektupları adıyla Derin Türkömer’in çevirisiyle yayınlanmış kitaptan birtakım alıntılar yaparak meseleyi biraz da tarihteki ben’imize bakarak anlamaya çalışalım.

“Türklerin bir özelliği de binalarında ihtişamdan kaçınmaları. Bu gibi şeylere önem vermeyi kendini beğenmişlik, gurur ve gösteriş addediyorlar. Bunlar adeta insanın bu dünyada ebediyen var olmayı beklediğine işaret edermiş gibi. Evlerine bir yolcunun hana baktığı gözle bakıyorlar. Onları hırsızlardan, sıcak, soğuk ve yağmurdan koruyorsa başka bir lüks aramazlar. İşte bu nedenle bütün Türk diyarında zarif bir eve sahip zengin bulmak zordur(…)”

Bu ilk alıntı üzerinden düşünelim. Yapacağımız bir ev, Amerikan ve İsrail’e destek çıkan şirketlerin malzemelerinden oluşmuyorsa o evi istediğimiz gibi yapabilir miyiz? Bulduğumuz alternatifleri istediğimiz gibi tasarruf etme hakkına sahip miyiz? Amerika bize mal satmadan ideolojisini satar. Önce bizde bir tüketim mantığı oluşturulur. Müsriflerin şeytanın biraderleri olduğu anlayışı hayatımızdan çıktığından beri tüketimciliğin pazarını oluşturan robotlar gibiyiz.

Yerli diyerek kendimizi rahatlatıp tüketimciliğin zihniyet dünyasıyla hesaplaşılmadığı müddetçe meseleyle yine esaslı bir hesaplaşmaya girilmemiş olacak. Busbecq’ten devam edelim.

Türkler yiyecek konusunda o kadar sade ve yemek yeme zevkinden öyle uzak ki ekmek, tuz, biraz sarımsak veya soğan, bir de adına yoğurt dedikleri bir çeşit mayalanmış sütten başka bir şey istemezler. (…) Bunu buz gibi suyla sulandırıp içine ekmek doğrayarak susadıkları zaman içiyorlar. (…) Türkler yolculuk sırasında ete veya sıcak yemeğe rağbet etmezler. Hoşlandıkları şeyler ekşitilmiş süt, peynir, kuru erik, armut, şeftali, ayva, incir, kuru üzüm ve vişnedir. Bu meyveleri temiz suda kaynatıp büyük toprak tepsilere koyarlar. Herkes bundan canının istediğini satın alır. Meyveyi ekmeğin yanına katık olarak yerler. Sonra da suyunu içerler. Böylece yiyecek ve içecek çok ucuza mal olur. Öyle ki bizde bir kişinin günlük yemek masrafı bir Türk’ün 12 günde harcayacağı paradan daha çoktur. Hatta resmi ziyafetleri bile genellikle böreklerden, çeşitli tatlılardan, yanına koyun eti ve tavuk ilave ettikleri muhtelif pirinç yemeklerinden ibarettir.

Avusturya İmparatoru I. Ferdinand’ın elçisi Busbecq belli bir yörede yaşan Türklerin yeme içme alışkanlığından mı bahsediyor? Öyleyse bir de ordunun yiyeceğine bakalım.

“Yüzülüp asılmış dört beş koyundan başka bir şey yoktu. Hâlbuki burası yeniçerilere ait bir mezbahaydı ve ordugâhta en az dört bin yeniçeri bulunuyordu. Bu kadarcık etin bu kalabalığa nasıl kâfi geldiğine şaşırdığımı söylediğim zaman, pek azı et yiyor, tayınlarının büyük kısmı da İstanbul’dan gönderiliyor dediler. Bu tayının ne olduğunu sorduğumda bana oturmuş iştahla yemeğini yemekte olan bir yeniçeriyi gösterdiler. Önündeki tahta veya toprak çanaktaki tuz ve sirke ile çeşnilendirilmiş şalgam, soğan, sarımsak, yaban havucu ve hıyar karışımını yiyordu. Yemeğin başlıca lezzetinin açlık olduğunu söylemek herhalde daha doğru. Eğer önünde sülün ve keklik olsaydı daha büyük bir iştahla yiyeceğini sanmam. Bütün canlıların müşterek içeceği olan sudan başka bir şey içmiyorlar. Bu sade yemek hem sağlıklı hem de keselerine uygun.

Neyi, nerede, nasıl yemeliyim diye insanlara bilgiçlik taslayan programlarda amaç yemek yemek değildir. Amaç insanlara bir tüketim anlayışı aşılamaktır. Masterchef gibi İngiltere-Amerika kaynaklı programların yerlisini yapınca milliyetçi mi oluyorsun? Hayır, aynı tüketim zihniyetinin Türkiye acenteliğini yapmış oluyorsun. Fakat aynı programda boykot ürünlerinden herhangi birinin reklamı yapıldığında o çok tuttuğun programı zemmetmeye başlıyorsun.

Türkler boykot yapmaz. Bırakalım tarihteki fes boykotunu falan. Türkler boykot yapamaz. Çünkü zaten bizim Türk diye bildiğimiz insanların Din’lerinin kendilerini mükellef kıldıkları yaşam düzeni, dışardan bakan herkese doğal bir boykot gibi görünür. Dolayısıyla böyle bir yaşam düzenini gerçekleştiren kişinin ayrıca boykota ihtiyacı yoktur. Biz bu hayat nizamını kaybettik.

Bunun öyle ya da böyle moderniteyle henüz karşılaşmamış her toplumda olabileceğini düşünebiliriz. Bir noktada bu görüşe hak da verebiliriz. Ancak bizi geleneksel dönemde de diğer geleneksel toplumlardan farklı kılan yani bizi biz yapan yegâne şeyin vahiy olduğunu inkâr edemeyiz. Akarsudan abdest alırken bile israf etmemeyi buyuran Peygamber’in düzeninin millette yansımasıdır bu. Bugün kapitalizmin tüketim bombardımanı arasında dahi buna belli oranda hassasiyet gösteren tekil insanları görebiliyorsak meselenin dönemsel bir şey olmadığını anlayabiliriz.

Bugün öyle bir nizamı millet hayatımızda göremediğimizden o zaman yapılması gereken şey güçlü bir siyasi bilinçle boykottur. Hem de dostum Gürhan Korkmaz’ın işaret ettiği, İsmet Özel’in “Partizan” şiirine atıfla partizanca bir boykot!

Aynı partizanlığı milli olduğunu söyleyen şirketler de yapıyor mu? Milli olduğunu söyleyen parti ve iktidarlar da yapıyor mu onu da takip etmek partizanların vazifesi olmalı. Partizanca bir boykot yapılmazsa popülizmin tv ekranlarından depremzedeler için yaptırdığı yardım şovlarından öteye geçilemez.

Dünyaya ve insana ekonomik ve politik açıdan hâkim olma amacına ulaşabilmek için kendine bütün araçları uygun gören küresel iktidar ve onun bütün yerli-yabancı payandalarının farkında olan daima zihninde eylemsellik taşıyabilen partizanca bir bakışa ihtiyacımız var.

Bu, mahalle bakkalına kızıp seninle alışverişi “kes”tim şeklinde olan bir şey değildir. Onunla alışverişi kesmen onu düşman bellediğin, onun da seni düşman bildiği anlamına gelmez. Burada memnun kalmadığından onunla olan ticaretten vaz geçmek söz konusudur. Oysa 19. Yüzyılın sonlarında, kelimenin çıkışındaki Yüzbaşı Boycott’un maruz kaldığı muameleyi düşünürsek burada bir hesaplaşma, hak arama mücadelesi görürüz.

Bugün boykot yerine Araplar mukataa kelimesini kullanıyorlar. Bu kelime onlarda da yeni. Oysa bu kelime bizim Türkçe sözlüğümüzde mevcut, fakat bu anlamıyla değil de vakıf arazilerinin kiralanmasıyla ilgili. Kelimenin kökü kesmek anlamındaki katea fiilinden geliyor ki biz Taraklı’da kıt etmek şekliyle kesmek manasında bu kökü kullanırız. Demek ki Arapçada boykot kelimesi kesmek fiiliyle oluşturulmuş.

Türkçeden Kur’ân’a Kur’ân’dan Türkçeye kelimeler isimli 34. çalışmamızda boykot kavramı üzerinden mukataa kelimesini kazmaya çalışacağız.

Misalli Büyük Türkçe Sözlük’e göre kat’ kelimesi: “kesme, kesilme, biçme, biçilme; devam etmeyecek şekilde bitirme, son verme; ilerleme, geçme, yol alma; etkisini arttırmak veya dinleyenin anlayışına bırakmak için sözü yarıda kesme; kâğıt veya deri üzerindeki bir şekli, bir yazıyı kesip çıkararak kalan veya çıkan parçayı başka bir kâğıt ya da deri üzerine yapıştırma sanatı, kātı’lık ve bu tarzda yapılan iş, kātıa; aruz vezninde “müstef’ilün” cüzünü, “mef’ûlün” ve “mütefâilün” cüzünü “feilâtün” şekline sokma” manalarına gelmektedir.

Türkçede kesmek manasındaki ka’t kelimesi Haşr Suresi 5. ayette şöyle geçer:

“Mâ kata’tum min lînetin ev teraktumûhâ kâ-imeten ‘alâ usûlihâ febi-iznillâhi veliyuhziye-lfâsikîne”

(Herhangi bir hurma ağacı kestiniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allah’ın izniyle ve o fâsıkları perişan edeceği içindir).

Türkçede Katetmek, katedilmek şeklinde birleşik fiil de yapan bu kelime, “yol alma” manasıyla Tevbe Suresi 121. ayette şöyle geçer:

“Velâ yunfikûne nefekaten sagîraten velâ kebîraten velâ yakta’ûne vâdiyen illâ kutibe lehum liyecziyehumullâhu ahsene mâ kânû ya’melûne”

(Allah yolunda küçük, büyük bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi katetmezler ki (bunlar), Allah’ın, yaptıklarının daha güzeliyle kendilerini mükâfatlandırması için hesaplarına yazılmış olmasın).

Edirneli Nazmî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Ne müşkildür kişiye hırs-ı dünyâ
Ki ol hırs olmaz andan kat’ kat’â


(Dünya hırsı kişiye ne çetin bir zorluktur ki o hırs insandan asla kesilmez).

Kâtı’ kelimesi de aynı kök üzeredir. Türkçede: “Kateden, kesen, kesici; durduran, kesen, son veren; bir eğri veya yüzeyi kesen doğru yâhut düzlem, sekant; kâğıt veya deriden şekiller kesen sanatkâr, kattâ” manalarına gelen kelime Neml Suresi 32. ayette şöyle geçer:

“Kâlet yâ eyyuhâ-lmeleu eftûnî fî emrî mâ kuntu kâti’aten emran hattâ teşhedûne”

(Dedi ki: «Ey ileri gelenler! Bu işim hakkında bana fetva veriniz. Siz hazır bulununcaya değin ben bir işimi kestirmiş değilim).


Kâtı’ kelimesi Âşık Çelebi’nin bir beytinde şöyle geçer:

Seyf-i kâtı’dur ki emrün varsa hükmi kat’ ider
Yazılı üstünde bir şemse zer-ender-zer nişân


(Senin emrin varsa kesici kılıç hükmü keser; üstünde bir şemse ki altın içinde altın yazılı bir nişandır).

Kâtıa: “Kâğıt veya deriden kesilerek yapılmış sanat eseri”dir. Kattâ: “katı’ işleri yapan sanatkâr, kātı’.” Kıtâ: “Kesme, kesilmiş parça”dır. Kıt’a ise: Yeryüzündeki altı büyük kara parçasından her biri; ülke, memleket, diyar; bir kumandanın emrindeki askerî birlik; ölçü, ebat, boy, büyüklük; aynı vezinde 2. ve 4. mısrâları kāfiyeli, 4 mısrâdan ibâret nazım parçası; parça, kısım, bölük, cüz; tâne; güzel yazı ile yazılmış küçük levha” manalarına gelir.

Kıt’a kelimesi parça anlamıyla Nevizâde Âtâî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Midâd-ı surh-ı la‘li reng ile ol hatt-ı mevzûnı
Görenler kıt‘a-ı yakutdan kadrin girân buldı


(Lal taşı gibi değerli, kırmızı, biçimli yüz hatlarını görenler, onun değerini yakut parçasından kıymetli buldular).

Kıt’â kelimesi kara parçası anlamında Ra’d Suresi 4. ayette şöyle geçer:

“Vefî-l-ardi kita’un mutecâvirâtun vecennâtun min a’nâbin vezer’un venehîlun sinvânun vegayru sinvânin yuskâ bimâ-in vâhidin venufaddilu ba’dahâ ‘alâ ba’din fî-l-ukuli inne fî zâlike leâyâtin likavmin ya’kilûne”

(Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır).
 
Kıt’â
kelimesi kara parçası anlamında Mehmet Âkif Ersoy’un bir mısraında şöyle geçer:

Üç kıtada, yer yer, kanayan izleri şahit:
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücahit.


Asla, hiçbir zaman, kat’iyen” manasındaki kat’â/kat’an kelimeleri ve “şüphe ve tereddüte yer bırakmayan, kesin” manasındaki kat’î kelimesi de yukarıdaki kelimelerle aynı kök üzeredir.

Âşık Çelebi’nin bir beytinde kat’â kelime kelimesi şöyle geçer:

Yog imiş ölmeden özge bana dermân kat’â
Nîce dermân ola bu derde dirîgâ derdâ


(Bana ölmekten başka bir derman kesinlikle yok imiş; eyvah ki bu derde nasıl derman ola yazık).

Kat’î kelimesi Şeyh Gâlib’in bir beytinde şöyle geçer:

Kat’î cevâbı hançer-i ebrû verir velî
Piçîde zülfü va’de-i ferdâya dâldır


(Kesin cevabı hançere benzeyen kaşlar verir fakat kıvrılmış saçı geleceğin vadesine delildir).

Katiyet: “Kat’î olma durumu, kesinlik”tir. Kat’iyen ise “Hiçbir zaman, asla; kat’î olarak, kesinlikle; soru cümlelerinden sonra tek başına kullanıldığı zaman ret ifâde eder ve “hayır” anlamında cevap sözü olarak kullanılır.”

Mehmet Âkif Ersoy’un bir mısraında katiyyen kelimesi şöyle geçer:

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın...
Ne irfanın kalır tesiri, katiyyen, ne vicdanın.

Makta kelimesi de aynı kök üzeredir: “Bir şeyin kesildiği yer, kesme yeri; bir topluluğun belli bir bölümü, kesim; kesit; kamış kalemlerin, üzerindeki kalem yuvasına yatırılıp uçlarının kesilerek düzeltildiği kemik, boynuz, fildişi, bağa, sedef gibi sert maddelerden yapılmış ince uzun âlet, mıkta; gazel veya kasîdenin son beyti.”

Kelime Erzurumlu Âbî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Medhinde hatâ ettiğiyçün hâme o yârin
Makta’da dilin kat’ ederiz anın ucundan


(Kalem, sevgiliyi methederken hata ettiği için; makta aletiyle onun dilini keseriz).

Maktû kelimesi de aynı kök üzeredir. “Kesilmiş, kesik; fiyatı biçilmiş, değeri kesin olarak belirlenmiş, pazarlık kabul etmez, pazarlıksız; ölçü ve tartı ile satılmayan, götürü.” Maktûa ise: “Gazete, mecmua vb.den kesilmiş yazı parçası, kupür.”

Maktû kelimesi Vâkıa Suresi 33. ayette şöyle geçer:

“Lâ maktû’atin velâ memnû’atin”

(Ne kesilmiş ve ne de men edilmiş olan meyveler arasında).

Maktû kelimesi Abdülhak Hamid Tarhan’ın bir mısraında şöyle geçer:

Bugün zulmünle mahfîysem de zîr-i hâk-i esmerde
Görürsün re’s-i maktûum yarın bâlâ-yı bisterde 


(Bugün zulmünle kara toprağın altında gizliysem de görürsün kesik başımı yüce döşekte).

Taktî kelimesi de aynı kök üzerinedir. “Parçalama, ayırma, kesme; vezinli bir mısrâyı vezin kalıplarının cüzlerine göre ayırma” manalarına gelir.

Taktî kelimesi A’raf Suresi 168. ayette şöyle geçer:
Vekatta’nâhum fî-l-ardi umemen minhumu-ssâlihûne veminhum dûne zâlike vebelevnâhum bilhasenâti ve-sseyyi-âti le’allehum yerci’ûne”

(Biz onları yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler ve kötülükler ile sınadık).

İktâ ise: “Devlete âit bir toprağın bir kimseye mülk olarak veya gelirinden faydalanması için verilmesi”dir. İnkıta kelimesi de “Bir diziye devam etmeyip kesilme, araya bir engel girip devam etmeme, kesinti; tükenme, kesilme, son bulma.”

İnkıta kelimesi Bâki’nin bir beytinde şöyle geçer:

Saçun târına peyveste kılursa rişte-i cânı
‘Alâ’ikden geçüp Bâkî cihândan inkıtâ’ eyler


(Saçının teline kavuşursa can ipi; Bâki, insanı meşgul eden dünyanın bağlarından kesilir/kurtulur.)

Tekâtu kelimesi de aynı kök üzeredir. “Kesişme, kesme, iki çizginin birbirini kesmesi” manaların gelir. Mütekâtı “Birbirini kesen, kesişen”dir. Munkatı ise “Kesilen, kesilmiş, kesik, aralıklı, fâsılalı; arkası kesilen, devam etmeyen, son bulan, sona eren; Bir kimse veya bir şeyden ilgisini kesmiş, ayrılmış, aralarında hiçbir bağ kalmamış; bir kimseye bağlanıp onun dışında herkesle münâsebetini kesen” manalarına gelir.

Munkatı kelimessi Fuzûlî’nin biir beytinde şöyle geçer:

Öyle müstesnâ güzelsin kim sana yoktur bedel
Senden ey can munkatı’ kılmaz beni illâ ecel


(Sen öyle müstesna bir güzelsin ki senin yerini hiçbir şey tutamaz, sana hiçbir değer ölçülemez; ey can, ecelden başka hiçbir şey seni benden ayırmaz).

Bugün Arapçada boykot karşılığı kullanılan kelime mukataa’dır. Kelime, Türkçe sözlükte şu manalara gelir: Eskiden devlete âit bir gelir veya arâziyi kirâ karşılığında ve başkasına satmamak şartıyle geçici mülk olarak bir kimseye devretme, kesime verme; vakfa âit olup üzerine bağ, bahçe, çiftlik veya zirâatle ilgili binâ yâhut tesisler yapılmış arâzi için bu arâziden faydalanan kimse tarafından ödenen senelik kirâ, icâre-i zemin”dir. Kelimenin çoğulu mukâtaat şeklinde Türkçede kullanılmakla birlikte çeşitli yapım ekleriyle mukâtaalı, mukâtaacı, mukâtaalık kelimeleri de türetilip kullanılmıştır.

Meselenin sözlük kısmı böyleyken durumun düşünsel keskinliğine de bir göz atalım. Keskinlik (katiyyet) olmadan hiçbir şey kestirilip atılamaz. Kör bıçakla kurban kesilemez. Göz keskin olmalı ki ileriyi görebilsin. Zekâ keskin olsun ki oyuna gelmesin. Herhangi bir topluluğa, şirkete, devlete ya da siyasi, akademik, kültürel ve sportif faaliyete boykot (mukataa) uygulamadan önce ihtiyacımız olan şey kesin (kat’î) bir keskinliktir.

Keskinlik siyasi bilinçle elde edilir, kör bakışla değil. Apolitik toplumlarda sivrilikler yontulur, keskin taraflar köreltilir. Bugün boykot uyguladığın bir ürünün fiyatında yarın indirim yapıldığında, kendini boykot ürünlerini stoklarken buluverirsin. Neden? Çünkü en başta keskin siyasi bir bilinçten yoksun yola çıkılmıştır.

Talut’un ordusundaki İsailoğulları gibi sözü tutmayıp suya gömülmek, öncesinde bir şeyleri zihinde tamamlamamakla ilgilidir. Talut’un önderliğini sindiremeyen, Calut’la cihadı göze alamayanların yapacağı şey sıvışmaktır. Oysa kiminle beraber, kime ve neye karşı yürüdüğünün farkında olan ordudaki en yüksek bilinç Davud’da tecessüm etti. Bugün Filistinli çocukların elinden fırlayan taşlar, o gün Davud’un elindeki sapanda gerilmişti.

Hz. Yusuf’un kardeşlerine (İsrailoğullarına) uyguladığı boykot, hakkın açığa çıkması, zulmün silinmesi içindir.

“Yüklerini hazırlayınca, Sizin baba-bir kardeşinizi de bana getirin, dedi. Görüyorsunuz ki ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben iyi bir ev sahibiyim. Eğer onu bana getirmezseniz artık bende size verilecek tahıl yoktur; yanıma yaklaşmayın!” (Yusuf Suresi, 59-60)

Yine öncesinde Hz. Yusuf, efendisinin karısının kötü emellerine katî bir surette karşı çıktığı için şehirdeki kadınların huzuruna çıkmak zorunda kalır. Kadınlar Yusuf’u görünce meyve bıçaklarıyla ellerini keserler. Yusuf’u değerli kılan onun sadece güzelliği değil, onun kat’iliği, ulaşılmazlığıdır. Onu ulaşılmaz kılan şeyse Rabbi’nin kulu olmayı, efendisinin kölesi olmaya tercih etmesi ve bu tavrındaki keskinliğidir (katiyen).

“Felemmâ raeynehu ekbernehu vekatta’ne eydiyehunne vekulne hâşe lillâhi mâ hâzâ beşeran in hazâ illâ melekun kerîmun”

(Kadınlar Yûsuf’u görünce güzelliği karşısında şaşırıp kaldılar. Bu yüzden ellerini kestiler ve “Aman Allahım! Bu bir beşer değil, bu ancak seçkin bir melektir!” dediler).

İşte bize karıncanın suyundan önce, karıncanın siyasi bilinci lazım. Nemrut’tan yana tavır takınmamanın düşünsel isabeti henüz oturmadan karınca yola çıksaydı yoldaki caydırıcıların propagandalarına basitçe kanabilirdi. Karıncadaki keskinlik, tarafım belli olsun, sözüyle parlıyor. İşte ateş dolu hendekteki İbrahim’e taşınan bir damla su, kılıca verilen su gibi karıncadaki keskinliği (katiyet) işaret eder.

Oysa topluma aşılanan duygu, öğrenilmiş çaresizliktir. Eylemi küçük görmek, kendini küçük görmektir. Eylemlerimiz nicel olarak ne kadar küçük çapta olursa olsun, biz o eylemin arkasındaki düşünsel derinliğe, moral-politiğe bakmalıyız. Orucu, politik bir direniş olarak da yaşam biçimine dönüştüren Gandi, câri reel-politiğin dayatmalarına teslim olsaydı durum çok başka olabilirdi. Mahatma Gandi, İngilizlerin hizmetinde çalışmamayı, İngiliz ürünlerini almamayı söylediğinde çıkrık başında yarı çıplak haliyle küçümseniyordu. Fakat Tuz Yürüyüşü sonrası İngilizlerin 60000 kişiyi hapse atması, aslında sömürgecilerin çaresizliklerini ortaya koymaya yetmişti.

Boykota sadece İsrail-İngiliz-Amerikan ürünlerine konjonktürel dönemlerde uygulanan bir vicdan rahatlatma aracı olarak bakmamak için boykotun rotasını, eldeki bütün imkânlarla küresel ekonomik sisteme çevirmelidir. Yaşamımızda neyin zaruret, neyin ihtiyaç, neyin lüks olduğunu belirleyen nedir? Bunlar iyi tespit edilmediği takdirde, yerli malı üzerinden yine kapitalizmi besleyen tüketim sistemine hizmet etmiş oluyorsun.

Şehirden uzakta, tabiatta yaşarken bile sistemle bir şekilde temas ediliyorken şehir hayatında bundan kaçınmak mümkün değildir, dediğimizde, günlük hayatımızda bir şekilde kaçılamayan ürünler, bizi hareket ettirmeyen (eylemsizlik) deli gömleğine sokacaktır. Boykota yönelen kişileri caydırmanın bir yolu da “ya hep ya hiç” anlayışıdır. “Hiç”i uygulayamıyorsan “hep”e devam et aldatmacasıdır bu.

Fakat şirketler için küçük de olsa makul zarar yoktur. Hep büyümelisin. Durmak ölmektir. Alanını hep genişletmelisin. Bu durumda herhangi bir şirketin boykotlar karşısında itibar kaybetmesi onlar için kabul edilebilir bir şey olamaz. Kârda ve itibarda inkıta (kesinti) mazur görülemez. Böyle bakıldığında, mümkün mertebe düşmana ölçüye bakılmaksızın zarar vermeye odaklanılmalıdır. Tamamen hiç’i uygulayamıyorsan hep’ten devam et telkini, düşmanın kendini ilahlaştırmasının, insanı da pasif bir köleye dönüştürmesinin ilanıdır.

Merhum Teoman Duralı’nın kavramsallaştırmasıyla Çağdaş İngiliz-Yahudi Küresel Medeniyeti ve onun çocuğu Amerika’nın değil sadece Filistin’e; Afrika’dan Asya’ya bütün kıtalarda ortaklarıyla işledikleri emperyalist cürümlerden vazgeçinceye ve bunun bedelini ödeyinceye kadar boykot devam etmelidir. Bu yolda kat edilecek her bir adım, öncesinde düşünsel bir katiyete (kesinliğe, kararlılığa, keskinliğe) ulaşmalı. Sonra da küresel hırsızların elleri/güçleri mazlumların hakkı için bir bir kat’ edilmeli (kesilmeli)

#boykot #mukataa #katiyet #inkita #partizan #keskin #siyasi #bilincle #emperyalistler

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

YAZARIN SON YAZILARI

Üçyüzaltmış Derece Halk

Üçyüzaltmış Derece Halk

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yok!

Yok!

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Acılarımız Hafifledi

Acılarımız Hafifledi

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Dünya Bir Oda

Dünya Bir Oda

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.