Geri
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Yahûdi’nin Mîsâkı, Direniş’in Vesîkası (38)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yayın: Güncelleme:

Ömer Seyfettin’in hikâyeleri çocuklar için değil, daha çok büyükler içindir. Bu hikâyeler sadeleştirilmemiş diliyle okunduğunda ancak üslubunun tadına varılabilir. 1912 yılında Selanik’teki Genç Kalemler Mecmuası’nda “And” hikâyesi yayınlanmıştır. And, benim en sevdiğim hikâyelerdendir.

Yazar, memleketi Gönen’de geçen, mahalle mektebindeki bir çocukluk hatırasını anlatır. Hikâyemizin kahramanı çocuk, abdest fıçısının musluğunu koparan hasta ve zayıf çocuğun yerine, suçu kendi üzerine alan başka bir arkadaşın falakaya yatıp bağıra bağıra sopa yemesini anlayamaz. Meselenin neden böyle olduğunu başkası yerine dayak yiyen çocuğa sorduğunda şu cevabı alır:

- Musluğu Ali koparmıştı, dedi, ben de biliyordum. Ama o çok zayıf, hem hastadır. Görüyorsun, falakaya dayanamaz. Belki ölür, daha yataktan yeni kalktı.

- Ama sen niçin onun yerine dayak yedin?

- Niçin olacak. Biz onunla and içmişiz. O bugün hasta, ben iyi, kuvvetliyim. Onu kurtardım işte.

Pek güzel anlamadım. Tekrar sordum:

- And ne?

-Bilmiyor musun?

-Bilmiyorum!

O vakit güldü, benden uzaklaşarak cevap verdi:

- Biz birbirimizin kanlarını içeriz. Buna “and içmek” derler. And içenler kan kardeşi olurlar. Birbirlerine ölünceye kadar yardım ederler, imdâda koşarlar.


And içmenin canlı örneğini karşısındaki bu fedakâr çocukta gören kahramanımız da kasabanın güçlü çocuklarından Mustafa Mıstık’la kan kardeşi olmuş. Fakat aradan belki bir yıl geçmiş, kan kardeşliğini dahi unutmuştur. Ama Mustafa unutmamıştır. Kan kardeşine saldıran iri, kara çoban köpeğinin karşısına çıkarak köpekle güreşir, and içtiği arkadaşını canı pahasına kurtarır.

“Köpek kuduzmuş. Baktırmak için Mıstığı Bandırma’ya götürdüler. Oradan İstanbul’a göndereceklerdi. Nihayet birgün işittik ki Mıstık ölmüş…

Anadolu’da kan kardeşliği çocuklar arasında hala devam eden bir âdet midir bilmiyorum, ama 90’lı yıllarda bizim ilçede çocuklar arasında çok yaygındı. Birbiriyle sözleşmenin, adam olmanın ya da rüştünü ispat etmenin bir göstergesiydi bu.

Kızlar arasında da ahretlik vardı. Burada da ahirete kadar birbirini gözeteceklerine dair arkadaşlık sözleşmesi olurdu. Hatta ahret olmuş kız çocukları birbirlerinin anne ve babalarını; ahret-anne ve ahret-baba diye anarlardı. Bunlar sözleşme ahlakının çocuklukta başlayan ilk basamaklarıydı.

And konusundan bahsetmemizin sebebi, sözün kendileri için hiçbir değeri olmayan bir topluluğun soykırımıyla karşı karşıya olmamızdır. Sözün, antlaşmanın kendi dünyalarında hiçbir müeyyidesi olmayan işgalci çeteye karşı hangi kanunun, hangi uluslararası sözleşmenin, hangi kutsal kitabın hakemliğine başvurulabilir?

İsrail söz dinler mi? İsrail’le sözleşilebilir mi? Soykırımı durdurup gelin sizinle adil bir antlaşmaya oturalım demek işgal rejimi İsrail’in yani Siyonist ideolojinin temellerinde olmayan bir şeydir. Kendi üstünlüklerinin tasdiki olacak, varlıklarını kabul ettirecek masaya dahi muvakkaten otururlar.

Camp David Sözleşmesi’nde yaptıkları buydu, Mısır’a ve sonrasında diğer Arap devletlerine bir şekilde meşru olmayan varlıklarını kabul ettirmek. Yine Oslo Barış Süreci’nde olanlar, İsrail’i daha çok tanımakla meşru görmekle sonuçlanırken Filistinlileri yurtlarında daha da silikleştirdi.

Ortada Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin olmasının hiçbir önemi yoktur. Çünkü Birleşmiş Milletler’in hiçbir kararına uymaz İsrail. İşgal ettiği toprakların bir kısmından çekilmek, göç etmiş Filistinlilerin topraklarına dönmesi ya da yerleşimci denen hırsızların talanlarının durdurulması gibi hiçbir karar onu bağlamaz. Sözün, antlaşmanın hiçbir kıymetiharbiyesi yok!

İnsanın sözle arası zaten problemli bir şey. İsrailoğulları’nın sözle olan ilişkisiyse iki kat problemli. Bunun tarihi temelleri, Tanrı’yla, peygamberlerle, kendi aralarındaki ilişkilerinde rahatlıkla tespit edilebilir.

Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı
Söz ola agulu aşı balıla yağ ide bir söz


Yûnus Emre’nin ifade ettiği bu manayı insanlık tarihi boyunca anlamamış bir topluluğun olduğunu zannetmiyorum. Fakat insan ilişkileri bağlamında, anlamla pratiğin çoğu kez kavga ettiğini görürüz. Hatta bunun başlangıcını Tanrı ile insanın ilk sözleşmesi üzerinden düşünmek gerekir.

A’râf Suresi 172 ve 173. ayetlerde Allah, insanların ruhlarından bir söz aldığını anlatır ki insanlar verdikleri bu söz sonrasında gelecekte ona karşı bir bahane öne sürmesin:

“Rabbin Âdemoğulları’ndan -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz. Yahut “Önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin!” demeye kalkışmayasınız.”

Henüz dünya yokken alınmış bir söz müdür, yoksa doğacak her çocuk için ana rahminde mi alınıyor bu söz? Yahut her ikisi mi? Konunun teferruatı âlimlerin konusu. Mesele burada geçen mîsâk’ın, insan ve Tanrı arasındaki ilkliğidir. Sonrasında Âdem’den alınmış (Tâhâ 115) bir söz var ki bu sözün tutulamaması, Âdem ve Havva’nın Cennet’ten çıkışlarına sebep olur:

“Biz daha önce Âdem’den söz almıştık, fakat o unuttu.”

 Fakat Âdem’in, birtakım sözlerle Rabbine olan teveccühü affıyla sonuçlandı:

“Âdem, Rabbinden bazı sözler belledi de Allah tövbesini kabul etti.”

Sadece Hz. Âdem’den değil, bütün peygamberlerden ve onların ümmetlerinden, tevhit dinini kabul etmek, onun emirlerini yerine getirmek noktasında söz alınmıştır:

“Hani bütün peygamberlerden; senden, Nûh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan, Meryem oğlu Îsâ’dan sadâkat sözü almıştık, onlardan ağır sorumluluk taşıyan bir söz ­almıştık.” (Ahzâb 7).

Peygamberlerin hepsi de sözlerine sadakat göstermiştir, ama biz insanlar bu konuda çoğu kez sınıfta kaldık ve kalmaya devam ediyoruz. Gazze’de yaşanan kıyıma yabancı gibiyiz. Bu acıyı yaşayanlar, hem insan olarak hem tevhit inancının bağlıları olarak kardeşlerimizdir. Öyleyse “Müminler ancak kardeştirler” ayetinin bizden beklediği mükellefiyeti nereye koyacağız?

“Mü’minler birbirlerini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler” hadis-i şerifi nerede duruyor?

Akabe Biatları’nda Yesribli müminlerin verdikleri sözler ve bu sözlere sebat göstermeleri, dünya tarihinin seyrini değiştirmiştir. Verdikleri söz, varlıklarına eş değerde bir sözdür. Bu söz, en güçlü Arap kabilelerinin, Yahudi ve Hristiyanların kendilerine düşmanlık yapmasına neden olacak bir sözdü. Bugün Filistin’deki direnişin yanında olmak da politik, ekonomik ve askeri güç odaklarıyla karşı karşıya gelmek demektir. Ama tarihin seyrinde de dikkate değer bir yer edinmektir. Peki, şu hadis-i şerif, bir akideyle birbirine bağlanmış olan biz Müslümanlar için ne ifade ediyor?

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”

Sonuç olarak Siyonist Yahudilerin söz dinlemezliğini dile getirirken kendi halimizi de gözden geçirmemiz gerekiyor. Meydanlarda hamasi nutuklar atarken sözün hilafına düşmanla siyasi, ekonomik ilişkiler içerisinde bulunmak bizi ancak tarihteki birtakım Yahudilerin zillet durumuna düşürür. Yahudilerin sermayeyle olan problemli ilişkileri bugün birçok mecrada Müslümanlara da sirayet etmiş durumdayken kendini farklı görmek ve göstermenin ıstılahtaki karşılığı nifak, bunu yapansa münafıktır.

Yahudinin misakını, Türk’ün lisanı üzerinden yeniden düşünmek için Türkçeden Kur’ân’a, Kur’ân’dan Türkçeye kelimeler çalışmamızın 38’incisi olacak misak kelimesi üzerine eğiliyoruz.

Mîsak “Sözleşme, antlaşma, yemin” anlamına gelmektedir Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te. Bakara Suresi 84. ayette kelime şöyle geçer:

“Ve-iz ehaznâ mîsâkakum lâ tesfikûne dimâekum velâ tuhricûne enfusekum min diyârikum summe akrartum veentum teşhedûn.”

(Ey İsrailoğulları!) “Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz/mîsak almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz.”

Kelime Nâilî-i Kadîm’in bir beytinde şöyle geçer:

Misāk u ʿahd-ı şevket-i islāmı bagladun
Şerʿ-i Muhammedī gibi habl-ı metīn ile


(İslam’ın şevketini, ahd ve misakını; Muhammed’in şeriatı gibi sağlam bir ip ile bağladın).

“Çok sağlam, kuvvetli” manasındaki vesîk kelimesi de aynı kök üzeredir. Kelime Cenap Şahabettin’in bir mısraında şöyle geçer:

Bir ümîd-i vesîk ile her bâr
Müteheyyic, perîde reng-i hayâl
Bir kadın... hep dizimde sâkit ü lâl
Etse kalben şu şi'rimi tekrar:
Bana ey tuhfe-i riyâh-ı bahar;


(Sağlam bir ümit ile her defa; heyecanlı, soluk renkli bir hayal; bir kadın hep dizimde sessiz; şu şiirimi kalben tekrar etse bana; ey bahar rüzgârlarının armağanı)

Vesîka kelimesi de aynı kök üzeredir. “Belge; miktârı az olan bir malın âdil bir şekilde dağılmasını sağlamak için bundan faydalanacaklara verilen istihkak kâğıdı” manalarına gelen kelimenin çoğulu olan vesâik kelimesi de Türkçede kullanılmaktadır.

Kelime Nazım Hikmet’in bir mısraında şöyle geçer:

Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene
Sonra vesikaya bindi, bizim burada içeride
Birbirini vurdu millet yumruk kadar, simsiyah bir tayın için
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız


Vüsûk kelimesi de aynı kök üzeredir. Mustafa Nihat’ın sözlüğünde: “Sağlam surette inanma, güvenme, inanç” olarak geçen kelime, Gazzali’nin İhyâ tercümesinde şöyle geçer:

“Ve tevekkülde işbu makâm terk-i suâl (istemeyi terk etmek) ve du‘âyı işmâr (işaret) eder ya‘nî Allâhu ta‘âlânın kerem ve ‘inâyetine kemâl-i vüsûk (tam bir inanç) ve i‘timâdından nâşî (ötürü) mütevekkil ondan bir nesneyi dilemez ki suâli (isteği) terk eder de du‘â etmez, bilir ki kendisi ibtidâen (başlangıçta) onun istediğinden efdal ve a‘lâyı (çok üstün ve yüceyi) verir.” (Yusuf Sıdkî El Mardini)

Visak/vesak kelimesi de aynı kök üzeredir. “Bağ; antlaşma, muahede” anlamlarına gelen kelime, Muhammed Suresi 4. ayette şöyle geçer:

“Fe-izâ lakîtumu-llezîne keferû fedarbe-rrikâbi hattâ izâ eshantumûhum feşuddû-l vesâka.”

(Onun için küfredenlerle muharebeye tutuştunuz mu hemen boyunlarını vurmaya bakın, tâ kuvetlerini derinden kırıp tepeleyinceye kadar, o vakıt da bağı sıkı basın).

Visâk ve vüsûk kelimeleri Osman Nevres’in bir beytinde şöyle geçer:

Var vüsûkum nazarın kesmez o meh kesmem emel
Olsa da çeşm-i siyeh-kâra visâk-ı ebrû


(O ay gibi sevgilinin benden bakışını kesmeyeceğine kesin bir inancım var, ondan ümidimi kesmem; kaşın bağı kötü işler çevirse da göze).

Vâsık kelimesi de aynı kök üzeredir. “İnanan, güvenen” manasına gelen kelime Edirneli Nazmî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Ricâ-yı vâsık odur Hak katında ola ‘azîz
Şu kim bu halk-ı ‘avâmun katında ola hakir


(İnananın ümidi, isteği, Hak katında azîz olmaktır; öyle ki avam olan halkın katında aşağı olsa da).

Evsak kelimesi de aynı kök üzeredir ki “ziyade sağlam, en çok inanılan” manalarına gelmektedir. Kelimenin müennesi olan vüskâ kelimesi Lokman Suresi 22. ayette şöyle geçer:

“Vemen yuslim vechehu ilallâhi vehuve muhsinun fekadi-stemseke bil’urveti-l vuskâ ve-ilallâhi ‘âkibetu-l-umûr.”

(Halbuki her kim özü muhsin olarak yüzünü tertemiz Allaha tutarsa o hakıkaten en sağlam kulpa yapışmıştır, öyle ya bütün işlerin akıbeti Allaha dayanır).

Kelime Tacizade Cafer Çelebi’nin bir beytinde şöyle geçer:

Sensin ol kim kim ki görürse kemendün halkasın
Dir budur ol ʿurve-i vüskā k’ana yok infisām


(Sen o kimsesin ki senin saçının halkasını gören; der ki işte sağlam ip/kulp budur ve ona kesilme, kırılma yoktur).

Kelime Evliya Çelebi Seyahatname’sinde şöyle geçer:

Evsak-ı Kal'a-i (kalesi çok sağlam) şehr-i Hargûş yani Tavşanlı şehri sene 783 tarihinde Germiyanoğulları fethidir.” (Nilgün Çöl)

Tevsîk: “sağlamlaştırma; bir şeyin doğruluğunu belge ile ispat etme, belgeleme” manalarına gelmektedir. Tevessuk ise “güvenerek dayanma” manasına gelir. Tevsik kelimesi Yahya Kemal Beyatlı’nın Edebiyata Dair isimli kitabında şöyle geçer:

“Meydana çıkarılacak yeni vesikalar olsa olsa asıl hakikati tevsîk ederler, fakat değiştiremezler.”

Mevsûk kelimesi de aynı kök üzeredir. “Bir belgeye, bir vesîkaya dayanan, doğru, gerçek, sağlam; inanılır, güvenilir, îtimat edilir” manalarına gelen kelimenin mevsuk olma haline mevsûkıyet denir.

Mevsûk kelimesi Mehmet Âkif Ersoy’un bir mısraında şöyle geçer:

Maiyyetindeki askerle bir zaman Faruk.
–Tereddüt etme sakın, çünkü vaka pek mevsûk


Mevsık kelimesi de aynı kök üzeredir. “Sözleşme, antlaşma, hüccet” manalarına gelir. Kelime Yûsuf suresi 66. ayette şöyle geçer:

“Kâle len ursilehu me’akum hattâ tu/tûni mevsikan minallâhi lete/tunnenî bihi illâ en yuhâta bikum felemmâ âtevhu mevsikahum kâlallâhu ‘alâ mâ nekûlu vekîl.”

(Babaları, “Kuşatılıp çaresiz durumda kalmanız hariç, onu bana geri getireceğinize dair Allah adına sağlam bir söz vermedikçe, onu sizinle göndermeyeceğim” dedi. Ona güvencelerini verdiklerinde, “Allah söylediklerimize vekildir” dedi).

“İnanılır, güvenilir, emin, îtimâda şayan kimse” manasındaki sika kelimesi hadis-i şerifi rivayet eden kişinin güvenilir olduğunu ifade eden bir terim olarak da kullanılır. Mustafa Nihat Nâima’dan bir alıntı yapar:

“Ama müverrih (tarihçi), sikadan (emin kimseden) nakleder ki…”

Modernizm nasıl bütün din ve toplumları derinden sarsmış bir kavramsa Tanrı ile seçkin millet Yahudiler arasındaki misak kavramını da Avrupa gettolarında öylece sarsmıştır. Laikliğin modern hayattaki düzeni karşısında sıkı örülmüş Yahudi geleneklerinin devam ettirilmesine olan inanç gitgide zayıflamış, siyonizmi bir ideoloji olarak Avrupa’da teşekkül ettirmiştir.

Sürgündeki Yahudilerin Filistin’de bir Yahudi devleti kurması için Mesih’i beklemelerine gerek görülmez. Bu sebepten Siyonistler, programlarını geleneksel anlayıştaki gibi bir Mesih’in gelip Yahudileri kurtarması üzerinden değil, kendi göbeklerini kendileri kesmek üzere yapmışlardır. Dolayısıyla misak Tanrı’yla değil, bu idealin gerçekleşebilmesi için kendi aralarında yapılacaktır.

Yahudileri, içerisinde bulundukları Avrupa antisemitizminden kurtaracak; Avrupa’yı da Yahudi fitnesinden uzaklaştıracak çözüm, Müslüman yoğunluğunun olduğu bir bölgenin ortasına İsrail’in hançer gibi sokulması olmuştur. Hristiyanlığın Evanjelik anlayışı da Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurması gerekliğini ekonomik, siyasi ve askeri olarak verdiği desteklerle göstermiştir. 

Dünyada bir Yahudi sorunu yoktu, Avrupa’da bir Yahudi sorunu vardı. Bu sorunun çözümü için demokratik metotlarını kullanmak yerine, önce asimile, sonra elimine yöntemlerine başvurdu uygar batı. Nihayetinde de İngiltere ve Amerika’nın himayesinde İsrail’e yol verildi. Böylece Tanrı’ya bağlılığın, misakın yerine İsrail devletine bağlılık gibi bir anlayış geliştirildi.

Holokost adı verilen Avrupa’daki Yahudi soykırımı sonrasında, Yahudiler için tarihte Tanrıyla yapılan misakların bir değeri kalmadığı görüşü dikkat çekicidir. Avrupalıların sistematik işkence ve katliamlarına toplu bir şekilde maruz kalan Yahudi milleti; kendisi dışındaki insanlara dair bütün umudunu yitirmiş psikiyatrik hastadır. Güven yani misak ortadan kalkmıştır. Kendisi dışındaki herkes, onu yok etmek isteyen potansiyel bir düşmandır.

Siyon’a dönüş özlemi ve Avrupa’da kendilerine uygulanan asimilasyonu reddetme kararlılığı, milliyetçiliği doğal olarak üst düzeyde idrak eden bireyleri ortaya çıkardı. Bireysel olarak yaşanan Yahudi ritüellerinin mekânı olacak Filistin topraklarına dönüş özlemi ile seküler ulusçu ideoloji birleşerek İsrail’e zemin hazırlamıştır.

İsrail devleti, tam anlamıyla bir sığınaktır, başlarına gelebilecek bütün felaketlerden onları koruyacak kendilerine mahsus bir sığınak-devlettir. Onun varlığı, kendi varlıklarıyla kaynaşmak zorunda görülür. Din vardır, ama bu din kendilerini yönlendiren misak üzere yürünen bir din değil, kendilerinin yaşadığı acı tecrübelerle yönlendirilen dönüşmekte olan bir dindir. Bu, dünyadaki Yahudilerin değil, İsraillilerin dinidir. Tanrı ve peygamberlerle olan misakı koparmış laik Siyonistler, amaçlarına ulaşabilmek için yoğun dini bir dil de kullanmaktadır. Ama burada politik olanın geleneksel olanı araçsallaştırdığı görülür.

Dolayısıyla laik batı medeniyetinin bir parçası olan Siyonistler, yerleşimcilik dedikleri Filistin’de uygulanan işgal politikasını dini bir kavram olan misakın gereği olduğu bahanesiyle gerçekleştirmektedir. Hem laikliğin söz konusu olması, ama demokrasinin göz ardı edildiği hem de dini sebeplerin öne sürüldüğü karmaşık bir durumla karşı karşıyayız. Şimdilerde dindarlığı, halka daha çok teşvik ederek dini, İsrail sığınağında bir yaşama motivasyonu olarak kullanıyorlar.

Bütün bu politik-dini-ekonomik-askeri leş ilişkilerin oyunlarını bozan şanlı Filistin direnişini, tarih açık bir vesika olarak okuyacaktır. Arı duru Kur’ân’dan ve Peygamber’in sahih sünnetinden hareketle kadınlar, çocuklar ve işgal edilmiş toprakları için Allah’ın rızası doğrultusunda cihat eden mücahitlerin yollarının hakikatini tevsik eden (ispatlayan) şey, iyilerin vicdanıdır. Meselelerin sebeplerini anlamaya devam ederken direnişi de her mecrada desteklemek sorumluluğunu duymamız ve duyurmamız gerekmektedir.

Sona gelirken İstiklal Harbi’ni veren iradenin vesikası olan Mîsâk-ı Milli’den de bahsetmemiz icap eder. Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Mîsâk-ı Milli’nin kabulü, Kudüs’ü işgal edenlerin bu defa da İstanbul’da Meclis’i basıp mebusları Malta’ya sürgüne göndermelerine sebep oldu. Şimdi Filistin’in Mîsâk-ı Milli sınırları içinde olup olmadığına bakmaktansa aynı güçlerin Kudüs’ten sonra İstanbul’da ne işleri olduğunu düşünmek ve bugünkü İsrail işgalinin bununla bir bağlantısı olup olmadığını kurcalamak gerekiyor.

Yazının başındaki Ömer Seyfettin’in And hikâyesine dönecek olursak bu hikâye, içerisinde bulunduğumuz duruma çok ilginç mesajlar veriyor. Gazzeliler, bizim için dayak yiyen hikâyedeki güçlü kardeşimiz mi? Yoksa biz onların güçlü kardeşiyiz de kardeşliğimizin vazifesini yerine getirmeyip onları kuduz köpekle baş başa mı bırakıyoruz? Biz maddi olarak güçlü gözüksek de manevi olarak zayıf olduğumuzdan onlara izzet bize zillet damgası mı vuruluyor? Misakına, andına bağlı olan kimdir?

#misak #vesika #and #seyfeddin #milli #israil #

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

YAZARIN SON YAZILARI

Kavganın İçinde

Kavganın İçinde

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Yemen Dalgası

Yemen Dalgası

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Üçyüzaltmış Derece Halk

Üçyüzaltmış Derece Halk

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yok!

Yok!

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.