Bayram Efkârı (44)
Bir kıtlık zamanında Nasreddin Hoca bir köye gitmiş. Bakmış ki halk yiyip içiyorlar. Hoca'ya da tatlılar börekler ikram etmişler. Hoca, “Burası ne bolluk bir memleketmiş. Bizim oralarda halk açlıktan kırılıyor” demiş.
Avâmdan biri hocaya cevaben “Be hey adam! Deli misin sen, bayram seyran bilmez misin? Bugün bayram olduğu için herkes kudretine göre yiyecek içecek tedarik ediyorlar. Onun için taam boldur” demiş.
Hoca biraz düşündükten sonra kendi kendine “Ah keşke her gün bayram olsa da ümmet-i Muhammed yiyecek sıkıntısı çekmese” demiş.
Deliye her gün bayram. Deliler, deli olmayanlar gibi birtakım şeylerle kendilerini sınırlamayınca her günü bayram addedebiliyorlar. Akıllılar, dinin kendilerine tayin ettiği takvimi takip ettiklerinden öyle her günü bayram gibi yaşayacak bir çılgınlığa adım atamazlar.
Akıllılar; uluslararası ilişkileri, ithalat-ihracat açığını, câri açığın nasıl kapanıp rezerv birikimi sağlanmasını, piyasayı, tekeli, vergileri, tüketici kredilerini, arz-talep dengesini, uluslararası para fonununu ve şirketlerini, pazardaki aslan payını, ticaret yapacağı ülkenin küresel ekonomideki prestijini, şirketlerin müşteri portföyünü, ambargoyu kısaca reel ekonomik parametreler neyi gerektiriyorsa onu gözetirler.
Hoca Nasreddin, para-politikanın hassas terazisinden habersiz olduğundan(!) mademki bayram günleri bolluk günleridir öyleyse ümmet-i Muhammed’i kıtlıktan kurtuluşa çıkaracak şeyin her günün bayram olması diye tefekkür ediyor. Hâlbuki nerede öyle bolluk? Biri yiyecek biri bakacak, kıyametse ne zaman kopacaksa zaten kopacak…
Bayram gelmiş neyime aman aman garibem
Kan damlar yüreğime anam anam garibem
Yaralarım sızlıyor aman aman garibem
Doktor benim neyime anam anam garibem
Bayram günlerinde ne kadar neşeli olursak olalım ya TRT Radyo’da ya da televizyonda bir yerlerde kulağımıza Kemanî Haydar Telhüner’in türküsü mutlaka çalınır.
Bayram günlerinde de efkârlanan bir milletiz. Askerde arkadaşım anlatmıştı. Almanya’dayken odasının penceresi açık, saz çalıyormuş. Bir saat sonra karşı binadan bir Alman bağırmaya başlamış. “Yeter artık, ne kadar efkârlısınız siz! Bu kadar dert, bu kadar hüzün olamaz.”
Hicaz makamındaki türkünün ilk kıtası da şöyle:
Geceler yârim oldu aman aman garibem
Ağlamak kârım oldu anam anam garibem
Her dertten yıkılmazdım aman aman garibem
Sebebim zâlim oldu anam anam garibem
Her ne kadar oyun havaları açısından zengin bir musiki kaynağına sahipsek de türkülerimizdeki efkârın ağırlığı fazladır. “Efkâr” Türkçe bir kelimedir. Arapça “fikir”den geldiğini söyleyebilirsiniz. Fakat Arapçada bu kelime “üzüntü” manasıyla kullanılmaz, Türkçede kazanılmış bir manadır bu.
Öyle ki fikir kelimesi de hem düşünce hem endişe, kaygı, üzüntü manalarında kullanılır. Meşhur Azerbaycan türküsünde geçtiği şekliyle:
Fikrinden geceler yatabilmirem
Bu fikri başımdan atabilmirem
Neyleyim ki sene çatabilmirem
Buradaki fikir kelimesini, ilk anlamıyla hem düşünce hem de dert, keder anlamıyla düşünebiliriz. Zaten dertlenmek düşünceye içkin bir şey. Her dertlenen kişi düşünür, ama her düşünen kişinin dertlendiğini tabii ki söylemek mümkün değil.
Bayram günleri, neşe günleridir. Oruç tutmak yasaktır bu günlerde. Yiyip içmek, mutluluğu paylaşmaktır esas olan. Kırgınlıklar unutulur, dargınlar barıştırılır. Hatta ölülerimizi de ziyaret ederek bayramın neşesinden onlara da bir pay götürürüz. İşte bu noktada Âşık Davut Sularî’nin türküsünde ifade ettiği şekliyle çevremize dikkat kesilir “âlem eğlenirken derdin söyleşen dertlilerle” meşgul oluruz. Çünkü insanız.
Bugün bayram günü derler âlem eğlenir
Sen bizim yaylaya gel başın için
Dertliler oturmuş, derdin söyleşir
Etme intizarın gül başın için
Orucuyla, zekâtıyla, mukabelesi, teravihi, fitresi, kadir gecesiyle Müslümanlar ramazan ayını idrak etmek üzereler ve bayrama saatler kaldı. Sabır ayı, mağfiret ayı, şeytanların bağlandığı huzur ayı şehr-i ramazana elveda deyip bayramla kucaklaşacağız derken… İçimize bir kurt düşüyor. İnsana mahsus bir duruma yani fikretmeye (düşünceye) yöneliyoruz. İnsan için söz konusu olan bir şey düşünmek. Aklî bir faaliyet. Bilgiyi harekete geçirmek. Onu doğruya, gerçeğe doğru yürütmek.
Bir harita açılıyor zihnimize, siyasi bir harita… Akdeniz kıyısında küçücük bir noktaya yoğunlaşıyor bakış. Duruyor, tefekkür ediyor insanın insanı kıstırdığı vartayı. Değil sade ramazanda, altı ayı geçkin bir zamanda ne yiyip içti, ne yaşadı insanlar?
“Her gittiğimiz yerde zaten baklava yiyoruz. Yeter artık, şeker komasına gireceğiz, teşekkürler…” derken Gazze dişlerimizin arasında eziliyor. Artık o son dilimin boğazdan geçmesi zor. Yemen, boğazda bir savaş veriyor. İçimizi bir kurt kemiriyor. Öksürüyoruz…
Bunları düşünmek için mütefekkir yani filozof olmamız gerekmiyor. Tabiatı gereği araştıran, sorgulayan, düşünen bir canlı varlık insan. Birtakım şeyler var ki onları özellikle irdelemek, üzerinde uzun uzun düşünmek/tefekkür, her insanın üzerine yüklenmiş bir mükellefiyet olarak duruyor. Çünkü bu durum, hem yakın hem de uzak gelecekte bize dönecek bir vicdan muhasebesini oluşturacak.
Yerimizi belirleyen şey, düşünce ve eylemlerimizdir. Düşüncesiz eyleme geçilemez, geçilse de ya aptallık ya da başkaları tarafından kullanılmakla sonuçlanır. Gazze, bizi bir yer belirlemekle karşı karşıya bıraktı. Kendimize bir yer seçmekle…
Sermayeciliğin nasıl bir şey olduğunu tefekkür etmekle Gazze’de bir yerde durmak arasında ilişki var. Mesela câri sistemin nimetlerine şükran duyup devamını temin eden yapılarla hoş geçiniyorsan Gazze meselesinde bir yerde duruyorsundur. Biz bunun böyle olduğunu millete dini, milli, manevi noktalarda birlik beraberlik retoriği verenlerin mevzu İsrail’le ticaret olduğunda nasıl ipe un serdiklerinde gördük.
Soykırımın ayyuka çıktığı şu vasatta, sadece ramazan ayı boyunca değil, öncesi ve sonrasıyla kim sermayesinin, kesata uğramasından korktuğu ticaretinin kaygısı, endişesi, efkârı içerisinde zamanını geçirmişse onların sadece şeytanları serbest kalmamıştır. Onlar bizatihi kendi şeytanlarına dönüşmüşlerdir.
Mefkûresiz (idealsiz), ilkesiz pragmatik kafalarla vicdanın görülecek bir hesabı var. Kelimelerin izleğinde konuya devam edeceğiz. Türkçeden Kur’ân’a, Kur’ân’dan Türkçeye kelimeler başlıklı çalışmamızın 44’üncüsü olarak ele almaya çalışacağımız kelime fikir’dir.
Düşünmek anlamındaki Arapça fekera kökünden gelen fikir kelimesi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te şöyle geçer: “Düşünce, zihinde tasarlanan şey, düşün; bir kimsenin herhangi bir hususta kendine göre vardığı hüküm, görüş, kanâat; düşünme, tefekkür; akıl, zihin; niyet, tasavvur, istek.”
Müddesir Suresi 18. ayette Kur’ân’a karşı Mekke’de, düşmanca bir tavır sergileyen Velid bin Mugîre gibilerinin anlatıldığı yerde, fikir kelimesi fiil şekliyle şöyle geçer:
“İnnehu fekkera ve kaddera”
(Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti).
Fikir kelimesi, Şeyhülislam Yahya’nın bir beytinde şöyle geçer:
Hâcınun maksûdı Ka`be bana kûyundur garaz
Fikri cennet zâhidün uşşâka rûyundur garaz
(Hacının maksadı Ka’be’dir, benim gayemse sevgilinin bulunduğu yerdir; zahidin fikri Cennettir, âşıklar içinse gaye sevgilinin yüzüdür).
Efkâr kelimesi de aynı kök üzeredir. “Fikirler, düşünceler; endîşe, tasa, kaygı, üzüntü, keder” anlamlarına gelen kelime, Türkçedeki yapım ekleriyle (efkârlanmak, efkârlı) yeni anlamlar kazanmıştır.
Kelime Şeyh Gâlib’in bir rubâisinde şöyle geçer:
Bir rütbede aldı beni aşk-ı dil-dâr
Mahv oldu hayal ü nazarımdan ağyâr
Bir yerde bu efkâr ile kendim bulamam
Âyîneye baksam görürüm sûret-i yâr
(Sevgilinin aşkı beni öyle bir derecede aldı ki hayal ve bakışımda düşman mahvoldu; bu fikirlerle kendimi bir yerde bulamam; aynaya baksam (kendim yerine) sevgilinin suretini görürüm).
Fikret kelimesi de aynı kök üzeredir. “Düşünme, düşünce, fikir” manalarına gelen kelime Cenap Şahabeddin’in bir mısraında şöyle geçer:
Meyl ü hevesim sana revândır;
Âmâc-ı hayâl ü fikretimsin!
(Meyil ve hevesim sana akar; sen hayal ve düşüncemin hedefisin).
Tefekkür kelimesi de aynı kök üzeredir. “Düşünme” manasına gelen kelime, Âl-i İmrân Suresi 191. ayette şöyle geçer:
“Ellezîne yezkurûnallâhe kiyâmen veku’ûden ve’alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halki-ssemâvâti vel-ardi rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtilen subhâneke fekinâ ‘azâbe-nnâr.”
(Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler).
Tefekkür kelimesi Esrar Dede’nin bir beytinde şöyle geçer:
‘Āşık olanı etme mu‘ātab tefekkür et
Ol dil-firîb ‘işve senin ārzū senin
(Âşık olanı azarlama, tefekkür et; çünkü o gönül aldatan işve senin, arzu senindir).
Mütefekkir kelimesi de aynı kök üzeredir. “Düşünen, tefekkür eden, tefekküre dalmış; düşünür, filozof” manalarına gelen kelime Mehmet Âkif Ersoy’un bir mısraında şöyle geçer:
Milletin beyni sayarsak mütefekkir kısmı,
Bilmemiz lâzım olur, halkı da elbet cismi.
Müfekkir ve müfekkire kelimeleri de aynı kök üzeredir. Müfekkir, “Düşünen, fikir üreten kimse, düşündüren”dir. Müfekkire ise “Düşünme gücü, tefekkür kabiliyeti”dir.
Müfekkire kelimesi, Mehmet Âkif Ersoy’un bir beytinde şöyle geçer:
Güneş müfekkire–i her dem iştiâlindir
Tulû levha–i cezzâb–ı ibtisâmındır
(Güneş, daima parlayan düşünme gücündür; Güneş’in doğuşu tebessümünün çekici tablosudur.”
İftikâriye, “idealizm”dir. Mefkûre ise “ideal, ülkü” manalarına gelir ki Ziya Gökalp tarafından teklif edilmiş bir kavramdır. Mefkûre kelimesi Mehmet Âkif Ersoy’un Safahat’ında şöyle geçer:
Değişti halet-i rûhiyye, çünkü asra göre...
Aman şu “halet-i rûhiyye” bir de “mefkûre”
(Değişti psikoloji çünkü çağa göre; aman şu psikoloji bir de ülkü/ideal…)
Makroekonomi, makropolitikaları gözetir. Makropolitika ise makroekonomiyi... Peki, hepsini birden kim gözetir? Nasreddin Hoca gözetecek değil ya… Gözeten birileri bulunur. Yoksa yüksek enflasyon, işsizlik, istikrarsızlık görünmez bir el tarafından mı idare ediliyor?
Bu konularda fikir yürütebilmek için meselelerin uzmanı olmasan da efkârını buraya bağlamak gerekiyor. Fikir hayatını bunlarsız düşünmek mümkün değil. Sanat, edebiyat, din, felsefe… Hepsi de ekonominin yorumuna dikkat kesilmiş durumda. Peki, ekonomi dikkat kesilir mi onlara? Yahut ciddiye alır mı? Öncesinde ciddiye alınıyorsa da bugün ciddiye alındıklarını söylemek pek zor. Bu durum, onların makro olanı okuyamadıklarıyla mı alakalı, yoksa ekonominin makro perspektifi onları gerçekliğin dışına mı çıkardı?
Mehmet Âkif:
Heycâ-yi maîşetteki feryâd-ı mehîbin
Dünyâda biraz dindiği an varsa bu andır.
diyerek geçim savaşındaki korkunç feryadın bayram günlerinde biraz olsun dindiğini hatırlatır. Doğru, bu sınırlı da olsa Müslümanların arasındaki şu bir aylık ramazan boyunca ve bayram günlerindeki paylaşım duygusunda görülebilir. Fakat bu genel bir ideye, mefkûreye dönüşmediğinden belli zamanlarla mukayyet kalıyor. Hatta o sınırlar da içlerindeki kapitalistlerce gittikçe silikleştiriliyor.
Fakat bugün öyle bir durum var ki biz asıl orayı tefekkür etmeliyiz. Orası bütün makro hesapları yerle bir eden sadece insanın haysiyetini değil, sanatın, edebiyatın, din ve felsefenin tutumunu da varlığını da belirleyebilecek bir güçtedir.
Efkârıumumiyenin vicdanı bunu kabul etse de üstdil olan sanat, edebiyat, din ve felsefe kendisini fikrisabit denen saplantılı düşüncelerden kurtarmak için görünürde Gazze’yi kuşatan, ama gerçekte uzun zamandır dünyayı kuşatması altına almış ağı parçalayabilmenin mefkûresini orada görebilir.
Gazze, dünya sistemine doğru yerden bir bakış (nazar) edinmenin yolunu gösterdi. Mütefekkirlerin bu yönüyle bir fikr-i takibi olursa ilk önce her ülke insanın, başlarındaki yönetimlerin fikirsiz politik kofluğunu fark etmelerini sağlar. Neyin ya da kimin değerli olduğunu gösterecek bu pratik faydadan sonra Gazze, üstdilde özgürlüğün hareket noktasını, amacını tefekkür ettirir ki bu bir noktada mefkûreye dönüşebilir.
Gazze, fikretmenin gayesine dönüşü ve insanın buradaki maksadının ne üzerinden tahakkuk edeceğini sahne üstünde göstermekte. Bunu göz ardı ederek yahut unutarak güncel politik kayıkçı kavgalarına saplanmak düşünceyi (tezekkür) değersiz kılmaz, insanı bilinçsiz kılıp onu değersizleştirir.
Bazı olaylar bazı insanların gözünü açar ki biz buna ibret deriz. Bu itibarla insan bir aşama kat etmiş olur. Bir yerden başka bir yere geçerken geçiş ibret verici, uyarıcıdır. Fikrî intikal, eylemin özünde saklıyken tezahür ederek akla, doğru bilgiyi gösterir. Bir görüş olur.
Hz. Peygamber aleyhisselam, ümmetine bir saatlik tefekkürün; tefekkürden uzak kılınmış nice nafile namazlardan üstün olduğunu söyleyerek bizi bir yerden başka bir yere atlatmak suretiyle bir görüşe sevk etmek istiyor. O görüş Gazze’deki direnişte, şehitlerin şahitliğinde tarihin bir yerinde tecelli ediyor. Öyleyse onu sanatta, edebiyatta, dinde, felsefede görebilecek miyiz?
Nasreddin Hoca biraz düşündükten sonra kendi kendine “Ah keşke her gün bayram olsa da ümmet-i Muhammed yiyecek sıkıntısı çekmese” demiş. Nasreddin Hoca’nınki de bir düş (rüya) diyebilirsiniz. Oysa Nasreddin Hoca’nın aklına böyle şeylerin düşmesi (fikir), düşünmemize (tefekkür) vesile oluyor, maskelerin düşmesine, takke düştü kel göründü dememize…