Bu Yazı, Tarihi Çınarın Gölgesinde Yazıldı.
Taraklı’nın Yusuf Bey Mahallesi’nde, yedi asırdır göğe meydan okuyan bir çınar ağacı ve dibinde su gibi akan bir hikâye vardır. Bu hikâye, Osmanlı’nın kuruluş rüyasında gördüğü çınarın gerçek hayatta kök salmış hâlidir adeta. Rivayet o ki, Taraklı’nın fethinden sonra dikilen bu ulu çınar, Osman Bey’in Osmanlı’nın temellerini attığı coğrafyalarda başlattığı gelenekten bir iz taşır. Onun gölgesinde serinleyenler yalnızca huzur bulmaz, aynı zamanda tarihi bir derinliğe de dalar.
Çınar ağaçları Osmanlı için sadece bir doğa unsuru değil, birer otorite ve adalet sembolüdür. Fethedilen yerlere dikilen çınarlar, o toprağın artık bir düzene kavuştuğunu müjdeler. Taraklı’daki bu ulu çınar da işte o düzenin ve anlamın yaşayan bir temsilidir. Ama bugün, 700 yıldır ayakta duran bu çınar ağacının etrafı “modernleşme” adı altında tehdit altındadır.
Eskiden Taraklı’da insanların soluklandığı, huzur bulduğu, çay kahve içip sohbetler ettiği,çocukların oynadığı bir park vardı. O alan şimdi betonla kaplandı. Şimdi sıra bu çınara ve yanında bulunan Hüseyin Ağa Çeşmesi’ne mi geldi? Diye endişelenmemek içten değil. Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin “sosyal donatı alanı” adıyla başlattığı düzenlemeler güzelleştirme niyetindeyse de, tarihî dokunun ruhunu yok etmeden yapılmalıdır. Aksi takdirde bu 700 yıllık çınar zarar görürse, bunun vebali sadece belediyenin değil, hepimizin olur.
Üstelik yalnız büyükler değil, çocuklar da endişeli… Bugün o alanda oynayan çocuklar, yarının hatıralarını kuruyor. Şimdiki büyükler de o çınarın altında, o çeşmenin başında, geçmişte nice oyunlar oynamış, nice hayaller kurmuştur. Herkesin bir fotoğrafı, bir sesi, bir izi var bu çınardibinde. Yapılacak her düzenleme, bu izleri silmek değil, onları daha da görünür kılmalı. Evet, çocuklar yine oyun oynayabilmeli; ama bunu çınarın gölgesinde, çeşmenin hikmetiyle, hatıraların eşliğinde yapabilmeli.
Çınarın hemen yanı başında, 1735 tarihli Hüseyin Ağa Çeşmesi sessizce akmaya devam ediyor. Kesme taşlardan örülmüş sade gövdesi, suyun iki lüleden aktığı yalın ama derin anlamlı yapısı, sadece bir su kaynağı değil; bir niyet, bir dua, bir hatıra...
Üzerindeki kitabe şöyle sesleniyor içenlere:
“Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah”
“Bu çeşmeden mâ içen sehâ”
“Sahibü’l hayrât Hüseyin Ağa / Fâtiha”
“Sene: 1147 (1734-1735)”
Bu sözler, su içenin boğazından değil, kalbinden geçmesini isteyen bir çağrı gibi… Hüseyin Ağa, bir hayrat yaptırmakla kalmamış; o sudan içenin ruhuna dua üfleyen bir medeniyet temsilcisi olmuştur.
Bugün Taraklı’nın geçmişine, çınarına, çeşmesine ve ruhuna sahip çıkmak; yalnızca tarihî bir görevi değil, insanî bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Modernleşmek; beton dökmek, taş kaplamak değil; tarihi hissettiren bir estetikle o geçmişi geleceğe taşımaktır.
Sakarya Büyükşehir Belediyesi’ne çağrımızdır: Bu alan, bir park ya da bir rekreasyon alanından daha fazlasıdır. Burası bir hafıza mekânıdır. Çınar’a dokunmayın. Çeşme’ye, dua eden eller gibi nazikçe yaklaşın. Aksi takdirde, çınarın gölgesinde edilen dualar değil, toprağa düşen pişmanlıklar yankılanır.
Çamçukuru’ndan gelen o su hâlâ akıyor. Kiminin acı, kiminin şifalı bulduğu o su, aslında zamanın kendisidir. İçtikçe geçmişi hatırlatır. Ve unutmamak gerekir:.
Sağlıklı günler dileklerimle… Hoşçakalın.
