Hastaneyi Geciktirmeyin!
Adapazarı 17 Ağustos sonrası deprem yaralarını sararken, sağlıkta bir türlü fiziki mekan sorununu çözemedi…
Yeni yapılan iki büyük hastaneye rağmen bu sorun ne yazık ki çözümsüzlüğünü koruyor…
Çünkü hala kent merkezinde adam gibi bir hastane yok…
Yerel basının zorlamasıyla bir 400 yataklı hastane projesi devreye sokuldu…
Bu kez, istemezükçü kafa, kendi rahatlarından olmamak için bir mahkeme süreci başlattı…
Neymiş beyefendiler, orman yangınına gidebilmek için Orman Bölge'nin bahçesinde oturmalıymış…
Hastane yapılırsa, bahçelerindeki kuş türleri yok olurmuş…
Zemin çürükmüş…
Falan, filan…
Orada 29 beyzade lojmanda oturacak diye, Sakarya halkı başka illerde, hastane kapılarında sürünüyor…
Dün sabah Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesindeydim…
Otoparkta 54 plakalı araçları gördükçe, bugüne kadar Sakarya'da tıp fakültesi, araştırma hastanesi kurulmasına engel olanları sevgiyle(!)andım…
Tabii 400 yataklı hastaneyi geciktirenleri de unutmadım…
Dün Türkiye'nin sayılı zemin hocalarından Prof. Dr. Akın Önalp, hastanenin inşa edileceği zeminin 5 katlı hastane yapımına uygun olduğunu belirten bir açıklama gönderdi…
Önalp söz konusu arazide 10 metrede kayaya rastlandığını belirtiyor…
Hızırtepe'nin hemen eteğinde yer alan arazi Adapazarı'nın diğer semlerine göre bir hayli sağlam bir zemine sahipmiş…
Önalp Hoca hastane binalarının bu kayaların üzerine oturtulabileceğini ifade ediyor…
Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de hastanenin zeminiyle ilgili endişe taşıyordum…
Ancak dün gelen açıklama içimi rahatlattı…
Bu yazıyı da o açıklamayı okuduktan sonra yazmaya karar verdim…
"Zemin çürük" kandırmacası da boş çıktığına göre açtıkları davayla bu şehri 400 yataklı hastaneden mahrum eden arkadaşlara bir görev düşüyor…
Gitsinler ve davayı hemen çeksinler…
Aksi takdirde sağlık hizmeti aramak için İstanbul, İzmit yollarına düşen Sakaryalı her hasta bu arkadaşları sevgiyle(!) anacaklardır…
Küçük kızın kuşları
Japonya ya atom bombası atıldığında 2 yaşında olan bir kız, 12 yaşına geldiğinde maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kansere yakalanmış.
Savaşta öksüz ve yetim kalan zavallıcık hastaneye yatırılmış.
Ama durumu ümitsizmiş.
Hastanedeki tüm doktorlar, küçük kızın ölümü için gün sayarken, küçük Japon kızı hayat doluymuş.
Koridorlarda koşuyor, oynuyor ve diğer hastalara yardım ediyormuş.
Hastaların arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarında, kendisi gibi kanser olan yaşlı bir kadınmış.
Küçük Japon kızı, ölüm döşeğindeki bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmamış.
Kadın ölmeden hemen önce "Benim için çok geç ama, bizim inanışımıza göre; eğer bir kişi kağıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, her istediği kabul oluyor.
Ben yapamadım, sen yap ve kurtul" demiş ve son nefesini vermiş.
Küçük Japon kızı çok üzülmüş ama hayatta kalma arzusuyla geleneksel Japon sanatı olan origamiyle kağıttan turna kuşları yapmaya başlamış.
Neşe içinde çalıştığından ilk başlarda çok hızlı yapıyormuş.
1000 tane turna kuşu yapması işten bile değilmiş.
Ama sağlığı da hızla bozuluyormuş.
Bu hazin öykü önce yerel, sonra da uluslararası basında yer almış.
Dünyanın dört bir yanından insanlar kıza, binlerce turna kuşu göndermeye başlamış.
Ama küçük Japon kızı, haberler basında çıktığında elini kıpırdatamaz hale gelmiş mi?. Hayatta son saatlerini 637. kuşu yaparak geçirmiş.
Kuşu bitirmiş, gözleri kapanırken hemşireler ve hastabakıcılar, postadan çıkan yüzlerce origami kuşuyla odasına girmişler.
Ama küçük Japon kızı yüzünde bir tebessüm yatağında cansız yatıyormuş.
Postacılar aylarca kağıttan turna kuşu taşımışlar hastaneye.
Sayısı milyonlara ulaşan turna kuşları Japonya da bir müzede sergileniyor...