Sezai MATUR
Sakarya Gündemi
Dinlenmek, izlenmek, tehdit edilmek!
Yayın:
Güncelleme:
Türkiye uzun süredir "dinlenme" paranoyasında. En son Hanefi Avcı'nın eski çalışma odasında bulunan kasetler bu paranoyanın büyümesine neden oldu.
Hangi televizyon kanalını açsam bu konu tartışılıyor.
Ele alınıyor.
Oysa güvenlik güçlerinin kanunsuz uygulamaları yeni değil.
Çok eskiden beri bilinir.
Bunu bir dönem bizzat ben de fazlasıyla yaşadım.
Uzun süre güvenlik güçleri tarafından izlendim, dinlendim.
Hatta güvenlik güçlerinin katkılarıyla olduğunu düşündüğüm saldırılara maruz kaldım.
Mayıs 2003'te 3 kişinin saldırısına uğradım.
Saldırganlar o dönem polisin çokça kullandığı Reno Europe model plakasız bir araçla kaçtı.
Polis olay yerine 20 dakika sonra geldi.
Emniyette sanık albümü bir türlü bana gösterilmedi.
2 hafta zorlama sonrasında sanık albümünden 2 kişi teşhis ettim.
Saldırganlar bir türlü bulunmadı/bulunamadı.
Sonra da sanık teşhis tutanağı dosyadan kayboldu.
Bunu görevli Savcı dosyayı kapatmak istediğinde öğrendim.
1 yıl sonra aynı kişileri albümden yine teşhis ettim.
Polis adreslerin tespit edilemediğini belirtince şikayetimden vazgeçtim.
O dönem şehirde her şeyin karanlık olduğu bir dönemdi.
Karanlık ilişkiler yumağı örülmüştü.
Provokasyon kokulu olaylar, kamu kurumlarındaki yağmalar birbirini izliyordu.
Biz gazetecilik yapmaya çalıştıkça birileri rahatsız oluyordu.
En yetkili yerlerden aldığım tehditleri şikayet edecek bir yer de bulamıyordum.
Evden işe, işten eve gidiş yol ve saatlerimi her gün değiştirmekten başka bir çözümüm yoktu.
Bulduğum bir çözüm de akşamları çok gerekmedikçe evden çıkmamaktı.
Bu durum yıllarca devam etti.
8 Ağustos 2005'te Uğur Kaya kaçırıldı.
Ve dağ başında dövülürken bana mesaj gönderiliyordu.
Müftü Ahmet Şark'ın peşini bırakmam söyleniyor, bu saldırıdan Emniyet Müdürü ve Vali'nin haberi olduğu belirtiliyordu.
Saldırganlar beni bir ay kadar izlemişler, benim tedbirli hareket etmem nedeniyle Uğur'u kaçırıp bana mesaj yollamışlardı.
Soruşturmayı yürütenlerin önünün nasıl tıkandığını öğrendiğimde, karanlık ellerin nasıl hareket ettiğini çok iyi görmüştüm.
Uğur Kaya'nın Emniyet'te verdiği ifadeden saldırganlar anında haberdar oluyor, 2 saat sonra beni arayıp tehditlerini sürdürüyordu.
Bu süreçte yaptığım telefon görüşmelerimin içeriği nasıl oluyorsa orada burada söğüt altı muhabbetlerinde konu ediliyordu.
Aynı kaynaklardan gelen ölüm tehditleri alenileşmeye başlamıştı.
" Öldürüp bir çukura atın, gerisine karışmayın" diye bir siyasetçi yakınına verilen talimatlar, " Başını nasıl ezeceğim, hep birlikte göreceksiniz" şeklinde ulu orta yapılan tehditler, bir şekilde bana ulaşıyordu.
Bu baskı ve tehdit ortamında ne yapacağımı şaşırmıştım.
Çevremde bu konuda yardım alabileceğim çok kişi de yoktu.
Ankara'da yüksek yargıda görevli bir büyüğümü arayıp ne yapmam gerektiğini sordum.
" Bir mektup yaz, başıma bir şey gelirse bunlar, bunlar sorumludur yaz, bunu da her yerde anlat" dedi.
Bu formül işe yaradı.
Çevrem birden temizlendi.
Ama ben de uslanmak(!) nedir bilmiyordum.
Aynı karanlık grup bu kez patronlarıma beni işten atmaları için inanılmaz baskılar oluşturdular.
Aman Allah'ım neler, neler?
O baskılara dayanabilecek bir patron düşünemiyorum.
Herhalde başka yerlerde çalışıyor olsaydım, 10 kere işsiz kalmıştım.
O dönemlerde sıkıntı yaşayan elbet sadece ben değildim.
Bir çok siyasetçi, sivil toplum örgütünün yöneticisi, işadamı benzer baskılara maruz kaldılar.
Sakarya için karanlık bir dönemdi.
Sonra o karanlık ellerin tümü şehirden temizlendiler.
Sakarya'ya huzur hakim oldu.
Şu an Sakarya'da mahkeme kararı olmadan kimsenin dinlendiğini sanmıyorum.
Belki de vardır ama en azından dinleyenler, dinledikleri görüşmeleri fütursuzca çıkıp ulu orta anlatmıyorlar.
Peki ben bu yazıyı bugün niye yazdım?
Neden bilmiyorum ama bir dönem yaşadıklarımı sizinle paylaşmak istedim.
Umarım eski anılarla sizi sıkmamışımdır.
#