Hafız İrfan Çakır ve Taraklı Şiiri
Kadîm ciltler arasından… Mehmed Vehbi Efendi’nin “Hulâsatü'l Beyân fî Tefsîri'l Kur’ân” ismli eserinin ilk cildinin yaprakları arasından Taraklı çıktı.
Nasıl mı?
İrfanıyla tanınan, Taraklı’nın son çelebilerinden, Göztepe Tütüncü Mehmet Efendi Camii Baş İmam ve Hatibi Hafız İrfan Çakır Hoca (1919-2005)’nın başucu kitaplarından olan mezkûr eserin sayfalarında dolaşırken küçük bir kâğıda iliştirilmiş sekiz zarif mısracık, sararmış takvim yapraklarının arasından çıkageldi.
Çakırlar Konağı’nın –ki bugün ismi değişmiştir bu konağın!- çocuklarından, merhum İrfan Hoca’nın hayatı hakkında bir şeyler söylemenin üzerimize borç olarak yazıldığını biliyoruz. Taraklı’nın yetiştirdiği pek kıymetli şahsiyetlerden mûsikîşinas Hafız İrfan Çakır’ın hayatını başka bir yazımıza erteleyip yukarıda işaret ettiğimiz şiirini, burada kısaca değerlendirmeye çalışacağız.
Yedili hece vezniyle yazılmış, mısra başlarındaki ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru okununca “TARAKLIM” ismi çıkan bu latif şiir, akrostiş sanatının zarif bir Taraklı örneğidir:
***
Tepelerin yemyeşil
Akan suların neşe
Rabbim seni korusun
Anılarım çok sende
Kıvrım kıvrım yolların
Lügat olup yazılsın
Ilık esen yelinle
Mihrabımsın taşımsın
***
Şiir üzerine fakîrâne yorumumuz şudur:
Yemyeşil tepeler ve neşeyle akan sular, şairin Taraklı’da geçen mesut günlerini temsil ediyor. Daha çok da kayıtsız ve kaygısız çocukluk döneminden neş'et etmiş, anılarından müteşekkil çağlayan günlerini... Yemyeşil tepeler, sonsuzluğa; akan sularsa tarihe bir atıf olarak da düşünülebilir.
Rabbinden Taraklı’yı korumasını isteyen şair, aslında kendisini yaşatan, ayakta tutan anılarının korunmasını arzuluyor. Taraklı yerinde durdukça hafızasındaki anılar da silinmeyip kalacaktır. Şair, hatıralarıyla dolmuş, içten içe yanmaktadır. Taraklı, koruyucu bir sırçadır hatıralarını muhafaza eden. Kırılmasından sakınılan, mine kaplı bir fanus... Onun kırılması, anılarının kaybolması, hafıza çerağının sönüvermesidir.
Gerçi şairin içinde o hatıralarla dolmuş bir şişe vardır, fakat içindeki şişeyi (gönlünü), dışındaki menbadan (Taraklı-anılar) sürekli doldurmak gerekmektedir ki taptaze anılarında nefes alıp verebilsin. Bunun için Taraklı’nın var olması bile yetmektedir.
Yollar, lügate benzetilerek güzel bir teşbih yapılmıştır. Kelimeler de yollar gibi kıvrım kıvrım ve farklıdır. Kelimelerin kıvrımı ancak Taraklı’nın kıvrım kıvrım yollarını tasvir edebilir. Yolların her bir kıvrımı, kelimelerde olduğu gibi şairin muhayyilesinde ayrı bir mana zenginliğine tekabül etmektedir. Şairin ömrü, o yolların kıvrımında gizlidir. Bunu ancak lügatlerin, kelimelerin inceliğinde aktarabilir bize şair.
O rüzgâr (yel) ki zamanı sembolize eder. Şair, ömrü boyunca rüzgârın (felek) elbette birçok yönden: dondurucu-soğuk, kavurucu-sıcak, fırtına-yüklü, sert-esen nice veçhesiyle karşılaşmıştır. Şimdi onları anma vakti değildir. Çünkü şairimizin anılarında yaşatmak istediği rüzgârı, çocukluğunun pembe yanaklarını okşayan tatlı, ılık bir uçurtma yelidir; onu yine çocukluğuna kanatlandıracak, o saadetli günlere geri döndürebilecek çocuk kokulu sevgi yeli...
Kendisi bir İmam olan şairin Taraklısı, son mısrada, şairin ömrü boyunca secdeye kapandığı mihrabının taşı gibi mukaddes bir beldeye dönüşüveriyor. Mihrap, sevgiliye yaklaşmayı sembolize eden, onu hatırlatan en güçlü imgelerden biridir.
Beldesine, mihrabımsın diyerek şair, aynı zamanda, ömrümü huzurunda her daim eğilerek, secdeye kapanarak geçirdiğim sevgilimden nişanesin buyurmaktadır. Mihrap, onun sevgilisine en çok yaklaştığı, secdede anlamlaşan mekân-ı miracıdır. Sevgilisinin, şairi varlık sahnesine çıkardığı mekân da beşik de Taraklı olmuştur.
Hülasa, beldesine tefekkür nazarıyla bakan İrfan Hoca’ya, Mevla rahmet eylesin…