Taraklı'nın Kabaşekeri
Odabaşı'nın bakkal dükkanında daha fazla duramazdım. Çünkü istif edilmiş paketlerin en altında ben kaldım. Yanı başımızdaki Kabuklufıstıklar üçer üçer tükenirken, birer birer tükenen bizimkilerden bana sıra gelmesi, en az on günü bulurdu.
Ben de ne yaptım...
Odabaşı Cem, karşıdaki ekmek fırınına bakmak için dışarı çıkınca; tezgahtan atlayarak, kendimi dışarı attım.
Kaçtım...
Arkamdan çok bağırdı arkadaşlarım, ama nâfileydi...
***
Bizim karşımızdaki Fırıncı'nın ne vakit işi çıksa; Fırıncı, gelen müşterilerin kapıdan dönmemesi için, dükkanını kilitlemeden giderdi. Müşteri, bu duruma alışkın olduğundan, kendi kendine ekmeğini alıp parasını masaya bıraktığı için, alanın da verenin de gönülden razı olduğu bir alışveriş yapılabilmekteydi. Yabancı biri geldiğinde ise komşu esnaf, ekmeğini satıverirdi Fırıncı'nın. Odabaşı Cem de o sebepten birkaç dakikalığına terk etmişti dükkanını. Karşı komşusunun ekmeğini satıyordu.
Ben kapıdan çıkar çıkmaz, Odabaşı koşarak yetişti dükkanına. Az kaldı yakalanıyordum. Arkasına gizlendiğim mavi bidonlar olmasaydı, hapı yutmuştum. Beni arkadaşların arasında göremeyince, telaşlanmış; tezgahın altında, sağda solda aramaya koyulmuştu ki ben ona fark ettirmeden yolumu çoktan almıştım. Pek dikkatli bir esnaftı. Dükkanında neyin olup olmadığını hemen bilirdi.
Kışta kıyamette güvenme şu incecik poşetine. İçine su sızarsa, eriyip gidersin diye dükkandaki Kabaşekerler gözümü epeyice korkutmak istediler; ama ben dinleyemezdim onları.
***
Benim adım, Kabaşeker. Başka yerlerde Mevlana-şekeri de diyorlar bize. Buraya Konya'dan geldik. Poşetimizin üstündeki resim de bildiğiniz gibi Mevlana Hazretleri'nin resmidir. Taraklı'da bize Kabaşeker diyorlarsa, bunun hoyratlıkla bir ilgisi olmadığını baştan söylemeliyim. Tam aksine sert değil, ağızda dağılan yumuşak bir şeker olmamızdan dolayı, bu ismi bize uygun görmüşler. Kabuklufıstıkla damakta ayrı bir tada dönüştüğümüzü ise doğrusu ilk burada öğrendim.
Neyse, benim dükkandan firarımı anlatıyordum size. Benim kimseyle bir zorum yoktu. Beni alacak müşteriyi bekleyemeyecek kadar sabırsız bir nimet de değildim. Ama dükkandan kaçışımın üç gece evvelinde, bir rüya görmüştüm. Mevlana Hazretleri, sen onun nasibisin diyerek her gün gripin almaya gelen soluk benizli hasta adama işaret etti.
Tamam, dedim. Benim kime nasip olacağım da belli oldu. Biz Kabaşekerler, önceden rüya görüp kime nasip olacağımızı biliriz.
Sabah, bizimkilere rüyamı anlattığımda, hepsi benimle alay ettiler. Sana sıra gelene kadar o adam ölür, senin rüyan şeytani bir rüya olmasın, dediler.
O zaman, siz sıranızı bana verin, dedim. Hiçbiri buna razı olmadı.
Onların bu can sıkıcı tavırlarına üzülmüştüm; fakat yine gripin almaya gelen soluk yüzlü adamın, sesinin soluğunun kesilmişliğinden anladım ki bizim çocukların hakkı vardı. Bu adamın canı, Kabaşeker çekemezdi. Bizim rüya, galiba şeytani bir rüyadır diye avuturken kendimi. Firarımdan bir gece önce, rüyamda Mevlana Hazretleri yine himmet etti bana:
"Nasibin sana gelmezse sen nasibine gidersin. Ara onu!"
***
Nasıl kaçtığımı anlatmıştım ya; şimdi de size nereye gittiğimi anlatayım.
Bu belde insanı, hep yoldan yürüdüğü için; kimse bana ilişmeden, kaldırımda rahat rahat yürüyordum. Nereye, nasıl gitmem gerektiği rüyamda ayan beyan gösterildiği için; Park Kahvehanesi'ni bulmak hiç de zor olmadı.
Bizim mevlevîlere benzeyen, sûfi meşrep bir çaycının, elinde tepsisiyle dışarı çıkmasından istifade, hemen içeri girdim.
İşte aradığım adam, tam karşımda oturuyordu. Ayakkabılarını çıkarıp sandalyesinin altına bırakmıştı; ateşi geçmekte olan sobanın köşelerine belli ki üşüyen ayaklarını dayamış, uyuyordu. Başını, arkasındaki cama bırakınca, kasketi büsbütün yüzüne düşmüştü.
Yaklaştım yanına. Önce sandalyeye tırmandım. Sonrasında partallaşmış ceketinin cebine cup diye attım kendimi. Bütün bunlar çok kolay oldu.
Kahvehane, çok kalabalıktı; ancak beni kimse görmedi. Alışık olmadığım böyle bir yolculuktan yorgun düşmüş olmalıyım ki uyuyakalmışım. Ne kadar vakit geçti bilmiyorum. Herkes goool! diye bağırınca, ikimiz de uyandık. Kırmızı Fahri, cama vurdu başını; ben duvara...
***
Okuduğumuzu Anladık mı, Cevap Verelim
Ön Çalışma: Bilinmeyen kelimeler tespit edilip öğretmene sorulacak, hikaye sonra tekrar okunacak.
Soru 1: Kabaşeker, Taraklı'ya nereden gelmiştir?
Soru 2: Kabaşeker, Odabaşı Cem'in bakkal dükkanından niçin kaçmıştır?
Soru 3: Şeytani rüya, ne demektir?
Soru 4: Mevlana, kimdir?
Soru 5: Odabaşı Cem, bakkal dükkanını bırakıp neden ekmek fırınına bakıyor?
Soru 6: Kabaşeker'in, diğer Kabaşekerleri dinlemeyip kaçması doğru mudur?
Soru 7: Kahvehane, dolu olmasına rağmen insanlar, Kabaşeker'i niçin göremediler?
***
Ev Ödevi:
- Gördüğünüz bir rüyayı defterinize yazınız.
***
Sohbet Konusu:
-Bu hikaye, tamamlanmamış olsaydı. Siz hikayeyi nasıl devam ettirirdiniz?
Öğretmene Not: Dersine hazırlıklı girecek öğretmenin, dersin nihayetinde çocuklara dağıtmak için yanında en az üç paket Odabaşı Cem kardeşimden alınmış kabaşekerlerden bulundurması lüzumludur!
#