Lâl ü Ebkem
Güzergâhımın otobüsleri hıncahınç dolu gelirler durağa. Kapılar açılınca da kurallara uygun olarak arka kapıdan inmesi gereken yolcular, bunun mümkün olmadığını bildiklerinden mecburen ön kapıdan kendilerini dışarı atıverirler. Bir kişi inince, yerine beş kişi bineriz.
Otobüs, bugün de kalabalık. Benim gibi rızkını poşetleyip yanında taşıyan pek yoksa da annelerinin koluna yapışmış zayıf çocuklar, elimde sallanan poşetler gibi mini mini birer sarkaç olmuş sallanıyorlar. Yolculuk, çocuklar için zamana mukayyet bir meşakkat değil de mutlak bir meşakkate dönüşüyordu sanki.
Bunaltıcı hava, ayakta yolculuk, kollarımda gittikçe artan bir ağırlık, alnımdan şakaklarıma doğru süzülen sıcak damlacıklar... Çocuklar, mızmızlanıyor; çünkü biz büyükler gibi hesap yapamıyorlar. Bütün bu yolculuğun ızdırabı, sadece on dakika süreceğinden, muvakkat bir sıkıntının sabrı kolay oluyor bize. Ya bu eziyetin ne vakit sonlanacağını bilmesek?
Arka sıradan bir pencere açılmış olmalı ki enseme dokunan latif bir serinlikle rahatlıyorum. Boynumdan içeri dolsun istiyorum bütün rüzgâr. İnsan, her şeyin menbaını merak ediyor. Ben de imdadıma yetişen pencere tarafına, küçük bir açıyla doğrulup bakıyorum.
Güzellik...
Açık pencerenin hemen altında oturan tarifsiz nitelik. Basit, sâde, ihtişamsız.
Bir daha arkama dönüp bakabilecek durumda değildim. Zihnimde mahfuz birkaç saniyelik kaydın tasavvuruyla meşgul oluyor, estetik üzerine bütün kuramların yavan, bayat, anlamsız ifadelere dönüştüğüne şahit oluyordum.
Gördüğüm, anlık bir sûret. İnceleme imkânımın olmadığı, belki de mükemmelliğini âna doldurmuş ki bu sebepten zarâfetini ândan ayırmanın mümkün olamayacağı, yalın-cak bir duruluk olarak yaşıyor.
Az sonra, garip bir çocuk sesi geldi arka taraftan. Durakta inenlerin açtığı boşluktan istifade, açık pencereye doğru bir kez daha bakabilir miydim diyerek poşetlerimi ayağımın yanına bırakıp zor bela geriye çeviriyorum vücudumu. Güzellik, lâl olmuş, konuşamıyor, manasız sesler çıkarıyordu ağzından. Yüzündeki kasılma ve gevşemelerin, titreyen dudaklarındaki çaresizliğin, irâdesiz bir hâle tekâbül ettiği besbelliydi.
Bütün bu takallüsatın karşısında dikilen, yavrusuna yetişen, şefkat nişânı, güzelliğin yanında oturmuş koruyucu ihtiyar bir annecikti. Rahatlatmak için, o kendinden, ruhundan olan parçayı; sağa sola çarpan kontrolsüz elleri, bileklerinden tutup bir yandan ovalıyor, diğer taraftan gözlerini, karşısındakinin mavi gözlerine yaklaştırıp sakin sakin konuşuyordu.
Birkaç dakika sonra her şey eski hâline döndü. Güzellik, hafif bir pembeye çalmıştı yüzünü. Şarkı da mırıldanıyordu kendi dilince. Açık pencerenin altında duran, yalnızca bir güzellikti.
Basit, sâde, ihtişamsız, yalıncak.
Lâl u ebkem olansa bendim.