Hak ve Adalet
Dün olduğu gibi bu gün de insanlık hakka ve hakikate ne kadar muhtaç.
Değerli Dostlar,
Her hangi bir şeyi çok güzel sözlerle ifade etmek, ya da onu süslü püslü kelimeler kullanarak izah etmeye çalışmak, o işin çok doğru ya da çok güzel bir iş olduğu anlamına gelmez. Toplumun bilinçli kişilerine de etki etmez. Sadece o işi bilmeyen kişiler üzerinde geçici bir etkiniz olur. O da kısa süre sonra anlaşılır. Ve güveninizi yitirirsiniz.
Hele bir toplumda en güçlü sınıfların iradeleri hukuk olmaya başlamışsa, o toplumlarda haklının değil, güçlünün hakları ön plana geçmiş olur. Hakla adalet arasında derin bir uçurum meydana gelir.
Hakkın ve adaletin olmadığı yerde de anarşi olur. Böyle durumlarda da çoğu insan sapkınlığa ve sefalete sürüklenir. Çünkü yapılan hiçbir iş yerli yerine oturmaz. Adam kayırma ve adam ayırma ehline göre değil, kendi arzularına ve nefsine göre yapılanmaya başlar. Bu sonucu da o toplumda fitne ve fesat çoğalır. Yapılan işlerde isteksizlik ve huzursuzluklar baş gösterirken kişiler arasında da kutuplaşmalar her geçen gün çoğalır. Bu duruma vesile olan kişiler ise yeryüzünde huzuru bozdukları için dünyada ve ahirette mutlaka hesap vereceklerdir. Kişiler dünyada yaşarken içlerindeki alacalıkları belirli bir müddet saklayabilirler. Fakat hiç birimizin kaçamayacağı O’ ilahi hesap gününde, yaptıklarının karşılığını bir bir karşısına döküleceği günden hiç kimsenin kurtulması ve oradan kaçabilmesi mümkün olmayacaktır. Orada kıvırma yoktur. Orada taraf tutma yoktur. Orada torpil yoktur. Orada “hak” ve “hakikat” vardır. “Allah (cc.) Hâkimlerinde hâkimidir. (Ayet.)
Geçmiş kadar uzak gelecek kadar da yakın yoktur. Kul üzerinde yapılan haksızlıkların tövbesi Allah’a yalvarmakla da olmuyor. Kime bir yanlışlık ya da haksızlık yaptıysanız, o’ na gidip helallik dilemeden kendinizi af ettiremezsiniz. Kul hakkının tövbesi budur. Bu haksızlıklar ne sadakayla, ne zekâtla, ne de hacca gitmekle af olunur.
Değerli dostlar, bugün insanlığın en çok muhtaç olduğu şey hak ve hakkaniyettir. Hak edipte hakkını vermeyen, kendilerini bir yerin sahibiymiş gibi gören, vicdanıyla değil cüzdanıyla hareket eden ya da ettirilen yetkili kılınmış kişilerin Allah’a hesap verebilecekleri pek mümkün görünmüyor. Apaçık görünen yanlışları neye güvenerek yaptıklarını anlamak oldukça zor… Eğer bir insan bu kadar yanlış işler yapıp ta kendi vicdanı sızlamadan bir yerde oturuyor ve etrafına sahte gülücükler yaymaya çalışıyorsa, geceleri yatağında horul horul uyuyabiliyorsa, tehlikenin boyutu oldukça büyük demektir. Yaşadığınız süre boyunca “zerre kadar doğru bir iş yaptıysanız bu karşınıza çıkarılacaktır”. “Ve “zerre kadar da bir yanlış iş yaptıysanız o da yine karşınıza çıkarılacaktır”. Bir insan ahlaken taraf tutabilir, ama hukuken asla tutmamalıdır. Bir yetkili duygularını hukuk boyutunda kullanıyor ise, orada kayırmacılık öne çıkmış demektir. Orada ehil ve hak edenler değil, kayırmayla eline yetki verilenler ön plana çıkarılmış olur. Toplumların çöküşünün temelleri de böylece atılmış olur.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, adalet, kişi ve toplum ilişkisinde dengeli olmak, haklıya hakkını, suçluya da cezasını vermekle mümkün olur. Aynı zamanda adalet bir yönetim ilkesidir. Bu da yönetimlerin işi ve görevidir. Kişiler yönetenlerden ve yönetimlerden böyle bir kuşku duymamalı ve endişe içinde bırakılmamalıdır. Bir toplumda, "yalan ahlakın, zulüm ve baskıda adaletin" yerini almamalıdır. Hakkı olan hakkına razı olmasını bilmeli, nefsine hoş gelecek hak etmediği şeylerden de kaçınmalıdır. Bu sınav ne KPSS sınavıdır, ne de OKS sınavıdır. Bu sınav Ebedi kalacağın yer olan Ahiret’in sınavı… Hiç bir şeyin gizli kalmayacağı, Adaletin adaletli uygulanacağı tek yer orasıdır... Kazanabilenlere ne mutlu…
Kalın sağlıcakla…
#