NE OLACAK HALİMİZ
YÜRÜYORUZ HEPİMİZ,KALMIŞIZ YAYA,
DİKKAT ET,SAKIN KAYMASIN AYAĞIN,
BİNERKEN ŞU, MUHTEŞEM TABANVAYA...
Her yapısıyla, müreffeh bir seviyeye gelmiş bir ülkeyi eleştirmiyorum. Dünyanın en genç nüfusuna sahip, en dinamik gençliği bu mümbit topraklarda ne kadar verimsiz ve dünyaya muhtaç hale getirilmiş bir ülkenin insanlarından bahsetmek istiyorum. Hissiz ve duyarsız vicdanlara seslenmek istiyorum buradan. Yapılan yanlışları kendi çıkarları için alkışlanan bir topluluğun doğruları bulması mümkün olmadığını haykırmak istiyorum. Yanlışları eleştirmekten korkan, yanlışlarla kendilerine makam ve mevkii arayan insanların, bu gelişmeye ne kadar engel olduklarını anlatmak istiyorum. İşte bunlar ülkemizin gelişmesine ve değişmesine engel olan sorunlu sorumsuz kişiler… Bir ülkede amirlerinin her dediğini doğru diye alkışlayan ve buradan amirlerine hoş görünerek layık olmadıkları makamlara yükselmeye çalışan yeteneksiz kişiler, ülkenin sekretaryasını oluşturmuşsa, gelişmeye ve değişmeye açık olmayan bu kişiler yanlışları doğru uygulamaya çalışan ve yaptıkları gösterişten öteye geçmeyen bir topluluk halini alır. Bu kişiler amirlerine karşı hürmetli ama halkına karşı heybetli görünmeye çalışırlar. Bilinçsiz insanların yürüttüğü bu menfaat kampanyası insanlığı bir uçurumdan, başka bir uçuruma taşıyan bir çağdışı aracı olarak hizmet görür. Başarısızlıklarını fark eden kişilere cevapları da hazırdır. Önceden yapılan hataları düzeltmek kolay değildir onlarca. Halka böyle cevap vererek ömürlerini uzatmaya, kendi beceriksizliklerini de böylece kapatmaya çalışırlar. Tabiî ki bu kişi ve bu zihniyet hıyanet içinde olanlar için bulunmaz bir nimettir. Üç nesli işte böyle ehil olmayan, laf cambazlığı ve makam hırsı ile her kılığa giren insanlar perişan etmiştir.
Bir ülkede sorunlar bilinçsiz insanlarla paylaşılıyor, anketler yapılıyor ve sonuçlar rapor olarak tutulup yetkililere bilgi diye sunuluyorsa, vay o memleketin haline. Burada çok gelişmiş bir ülkenin geri kalmış insanlarından söz etmiyorum. Geri bırakılmış çok şey bekleyen, hedeflere bir türlü ulaşamayan, umutların bir türlü yeşermediği bir ülkeden bahsediyorum. Bunun temelinde Milli Eğitim var. Çünkü hayata hazırlanan bütün gençlik bu çarktan geçiriliyor. Aslında Millî yetimlerden bahsediyorum. Hiç mi dünyayı izlemiyor, hiç mi görmüyor acaba? Yetiştirdiği nesilde sadece kılık-kıyafetten öteye geçmeyen denetimler ve denetleyen bu kafalarla kenetlenen başımızdaki insanlardan bizler ne bekliyoruz daha? Yetişen nesil zannediyor ki, “biz bu kılık kıyafet ile, çağın ihtiyaçlarına cevap vermeyen bu programla, büyük okullarda çok iyi yetişeceğiz ve çağa öncülük yapacağız.” Ama bir şeyin farkında değil, dünyadan koparılmış, çağın ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir eğitim programı ile çağdan daha ne kadar uzaklaşacağını.
Ey genç nesil! Bu yapıyla, bu kafalarla sizler çağdan o kadar uzaklaşacaksınız ki, ülkeyi idare etme görevine ulaştığınızda, bakacaksınız, çağ ile aranızdaki fark yüz yıl daha artmış. Çünkü ben ortaokulda iken çağ ile aramızda yirmi yıl var, Avrupa’dan yirmi yıl gerideyiz deniliyordu. Ben de o zaman biz bu çağı yakalarız, hatta geçeriz bile diyordum. Çünkü atılan nutuklar, koparılan alkışlar ve çığlıklar etrafımızdaki hıçkırıkları, acıları ve feryatları duyurmuyordu. Sadece kuru kalabalıklar, kulak çınlatan sloganlar benim göğsümü kabartıyor ve aslında kuru bir güçten başka bir şey ifade etmiyordu. Aradan yirmi yıl geçti, orta yaşa geldiğimde Avrupa’yla farkımızın, yüz yıla çıktığı söyleniyordu. Ülkem hiçbir şey üretmiyor, üretemiyordu. Adı duyulmayan ülkelerden yağmur gibi teknoloji yağıyordu ülkemize. Domates tohumunun bile çölden geldiğini öğrenince, bizler gölde sinek avladığımızı iyice anladım. Şaşkına dönmüştüm. Üretilen teknolojiyi kullanmaktan acizdim. Ülkemde yarışmalar, koşular yapılıyor, birinciliklere madalyalar takılıyordu. Bütün yapılan bu koşular ve yarışmalar sadece beni uyutmak içinmiş. Kendime geldiğimde dünyadan ne kadar uzaklaştığımı, çağdaş ilimden ne kadar yoksun olduğumu, dünyanın efendisi olmak yerine, ne kadar köleleştiğimi hissettim. Ve ben bir öğretmenim. Şimdi öğrencime ne verecektim? Zaten bir çok öğrencim sokaktan aldığı bilgiyle beni aşmıştı. Öğretmen kimdi: beni yetiştiren mi? yoksa ben miyim? Acaba okuttuğum çocuk mu? Kafam karma karışık.
Oyun devam ediyor gençler. Sizler yine alkışlanıyor, sizler yine koşturuluyorsunuz. Hatta yozlaştırılıyor ve köleleştiriliyorsunuz. Bu gaflet mi, dalalet mi, acaba hıyanet mi diyorum. Bu merakımı bir türlü gideremiyorum. Sayın okurlarım siz ne dersiniz?
M. Ali ÇINAR
#