Efendi Kölelik
Sen okyanusların çocuğusun,
Barbaroslar, Piri Reisler Koca İmparatorluğun,
Bunun farkında olursan, sen kurtulursun.
Bundan bin dört yüz yıl önceleri insanlar köle gibi satıldığını, medeniyetten yoksun olduğunu, oradan oraya sürüldüğünü bizlere büyüklerimiz hikâyelerle anlatırlardı. Bizde kendimizi medeni bir toplum içinde zannederek, bir kaçta siyah beyaz giysi giydirilerek bizlerde modern olduğumuz hissine kapılıp çağdaşlığın böyle olduğunu başkalarına anlatmaya çalışırdık. Kendimizi de modern zannederek, geçmişin ne kadar acımasız bir toplum olduğunu ve insanın emeğinin haksızca sömürüldüğünü düşünerek, yaşadığımız hayatı çağdaşlık sanarak kendimizi avutmaya çevremizi de uyutmaya çalışırdık. Canlı kalmak yaşamak anlamına geldiğini zannederek, yürüyüşümüzdeki beceriksiz ahenk sadece nefsimizi değil çoluk çocuğumuzu da zehirlemiştir. Şuursuz bir gurur bedenimizi sarmış, etrafımızda atılan nutukların etkisinden kendimizi sıyıramayıp, omzumuzda yükselmeye çalışanlara merdiven teşkil ederek uyanıklar için birer basamak olduğumuzu çoook geç fark edebildik. Ya da hala fark edemedik
.
İdrakimizi şöyle bir yoklayalım. Şu faniden kaç şey istediğimizi kendi kendimize soralım. Kendi hayatımızı karın tokluğuna mahkûm ederken minik yavrularımızın yanında nasılda gururla onların küçücük beyinlerini deforme ettiğimizi de bir düşünelim. Kişi başına düşen on bin dolardan kaç lira payımıza düştüğünü izah edelim gelecek taze beyinlere. Kaç kişinin kaç bin evinin olduğunu, binlerce kişinin de evsiz yaşadığını ve halâ beşerin ekmeğinin bir umuttan öteye geçmediğini, karın tokluğuyla, ya da yarı aç bu faniyi tükettiğini bir kere irdeleyip bu mübarek günlerde biraz mübarek düşünerek, ben falan filana göre daha iyiyim deyip de bir silkinerek, gerekirse başımızı kırmayacak bir taşa vurarak ey hayallerle yaşayan gafil ve sefil adam diyerek, kendimize haykırarak ne yaptın? Nerdesin? Bu güne kadar ne içtin ne yedin? Yavruların ve torunların için bırakacağın çağdaş denilen dünya bumuydu senin? Diyerek başını iki elinin arasına koyarak düşün; düşün ki, kararmış ufkunu karartanların kim olduğunu, sefaletinin üstüne taht kurarak saltanat sürenlerin bu yaşadıklarını hak edip etmediklerini düşün ve gör artık. Bir deri bir kemik kalan bedeninin ve bu uğurda yaşayıp can veren dedenin senden bir farkı olmadığını anla. Yarın çocuğunun ve ardından da torununun bu hayatı senden ve dedenden farklı yaşayamayacaklarını da bil. Dünyada mekân, ahrette iman diyerek ara sıra gevelediğin ve hiç edinemediğin kavramları sorgula, borç yapmadığın halde borçlu çıkarıldığını, kişi başına düşen borçtan beş bin dolar borç düştüğünü, borç namustur diyerek harcamadığın paranın borcunu torunlarının da ödemeye devam edeceğini unutma. Bu seni zehirleyen zehirlerden sadece biri, kendine dost edindiğin sigarayı yakıp ondan intikam aldığını zannederek bu zilletten kurtulamazsın. Neslimizde kurtulamayacak. Savaşta ve barışta aynı kaderi paylaşamayan toplumlar da birlik ve dirlik olmaz. Hayat standardının gıdım gıdım yaşadığını ve bu uğurda ömür çürüttüğünü saltanatın işte bu kadar olduğunu bir kez daha hatırla. Aç kalmadığına şükrederek tükettiğin ömrün, yarın senden huzuru mahşerde davacı olacaktır. Sabır ve şükür çok manalı iki kelimedir. Bunları yerinde ve zamanında kullanamazsan efendi köleliğin yoluna halı döşersin. Canlı kalmanın yaşamak olduğunu zannederek ve gelecek hayatını da buna ipotek ettirerek kendi neslinin hizmetkârlığın kaderini oluşturup yolunu açmış olursun.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, milyonların emeğinin üstüne taht kurup saltanat sürenlerin bir gün çocuklanırın da aynı duruma düşürülüp bu geleneksel gelenekten nasipleneceğini düşünüyorum. Bir taraf çile içinde ömür tüketirken, diğer taraf servete boğulmuş. Bu uçurum giderilmedikçe, toplumların huzurlu bir yaşam sürmeleri olanaksızdır.
Sana akvaryumlar dar gelmeli arkadaş, sen büyük okyanusların çocuğusun. Eğer aklını kiraya vermez kendine dönersen, bir umut belki kurtulursun…
Akvaryumlardan kurtulmak dileğiyle hepinize saygı ve sevgiler.
Hoşça kalın.