Sesli Düşünmek
Sesli Düşünmek
Karnından konuşanların sayısı artarken, suskunların sayısı da her geçen gün çoğalıyor. Kendi kendine konuşan insanlar da var aramızda. Bir şey söylemiyor aslında; söyleniyor. Yeni bir özelliğimiz olsa gerek… Ağzında ıslık eller ceplerde, dolaşıyor kendince boş yerlerde…
Peki, Neden Sesli Düşünemiyoruz?
Ya baskıdan dolayı konuşamaz insan, ya da cesaretsizliğinden. Cahil cesur olur derler bazıları. Eğer doğru ise okumuşlarda cesaret olmaz dememiz gerekir. Hak ve hakikatin hâkim olmadığı yerlerde baskı ve zulüm hâkim olduğundan insanlar yetenek ve becerilerini sergileyebilecek ortam bulamazlar. Haklının değil de güçlünün hâkim olduğu yerlerde sermaye haksız kazançla elde edilir ve emeğin karşılığı değil sermayenin gücü hâkimdir. Böyle bir dönemde sabır ve şükür sermayenin en çok hoşuna giden iki kavram halini alır. Bir tas çorba bir dilim ekmeğin kendi için yeterli olduğunu düşünen, onu da vermezlerse ne yapacağız diyen insan güruhları oluşturulur. Canlı kalmayı yaşamak olarak algılamaya başlar insanlar. İşte böyle bir dönemde iki sınıf ön plana çıkar. Zenginler ve fakirler. Ortası olmaz. Ya çok fakirsiniz, ya da zengin… Harcamaları ise gayri Milli hâsılanın % 95 ni % 5 paylaşırken; %5 ni de % 95 paylaşmaya başlar. Artık orda demokrasi değil, paraokrasi hâkimdir. Parokrasi de otokrasiyi getirir. Bunun sonucunda kominiz mi doğurur. İnsanın yeteneğinin geliştirilmediği yerler de hürriyet olmaz. Hürriyet olmayan yerde de meziyet olmaz. Meziyetlerini kaybeden toplumlar zilletten gurur duyar hale getirilir. Etrafları şans oyunları ile donatılmış, iddialar ve umut dağıtan birçok oyun onlar için eğlence halini almıştır. Birbirlerini söğüşlemekle kar ettiklerini zanneden ve bu becerileriyle(!) kendini öven ama farkında olmadan sömürünün içinde yer alan ve nereden geldiğini de fark edemeyen beyni uyuşturulmuş tam tamlarla sarılmıştır. Hiddet ve şiddet kol gezmeye başlar meydanlarda. Dertlerini birbirlerine anlatan dertliler ülkesi olur. Hikâyeler masallar yazılır artık. “evvel zaman içinde diyerek nineler ve ebeler başlar anlatmaya… Artık siyasette onlar için bir umut kaynağı olmaktan çıkar. Her yerde sermayenin gücü ve ele geçirenlerin adaletsizliği kendini göstermeye başlar. Çalışanların mal mülk edinmeleri hayal görünürken insanlığın ortadan yavaş yavaş silindiği, kirliliğin her geçen gün arttığı, çalmanın ve çırpmanın meşru sayılmaya doğru gittiğini görmeye başlarsınız. İşte böyle bir zamanda, onurunu kaybetmeden, insan olarak kalma mücadelesini verenler çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. Haksızlıkla mücadele etmek gittikçe güçleşir. Sallabaşını al maaşını diyenlerin sayıları artar. Dalkavukluğun zirve yaptığı böyle bir dönemde onurlu yaşamak gerçekten zordur. Dengelerin altüst edildiği bir yerde siz nasıl haktan hukuktan söz edebilirsiniz ki? Yapabildiğin kadar namussuz, yapamadığın kadar namuslu olma çabalarını görürsünüz çevrenizde. İyi giyimli, iri vücutlu, haramzadeler etrafınızda düzgün kelimelerle cümleler kurmaya başlarlarken mutlaka alacakları bir şeyler daha var demektir. Sakının onlardan. Yeni bir hayat kurmak için değildir o yaldızlı sözler. Var olan hayatı kabullenmeniz içindir ya da biraz daha vermeniz içindir. Kırk katır mı? Kırk satır mı? Derler di bir zamanlar. İşte sana biçilen bir yaşam tarzı. Öldürmeden yaşatmak. Ne demek derseniz yani aç bırakmamak. Özenmeyeceksin şaşalı hayata. Hak ettiğini değil, takdir edilene saygı göstereceksin. Sen kimsin ki ağzında gümüşten zurna. Bir özlem içinde hayatın geçecek. Sesli düşünmedikçe ses gelmez. Birlik olunmadıkça da yanlışlar silinmez.
İşte böyle hayatımız. Yok ki yatımız katımız. Olsa da bir al atımız. Dolaşmak için yeter şu diyarımız. Edirne den Van’a kadar. Kimi alır kimi satar. Her şey olmuş katar katar. Kimi atar kimi tutar. Ses getirecek bir ses lazım, demeyelim biz nemelazım…
Hepinize sağlık ve sıhhat dileklerimle hoşça kalın.
#