Deli Her Gün Kurban
Ben cismi heykel gibi dondurarak zamanı durdurmak yalanına kanmadım. Yüzümü çevirip de sûretine bakmadım. Bir putperest gibi sûretlere tapmadım.
Geldiler!
Yalnız kalmadım yine. Yine aklım bayram etmede…
Bir sürü misafir: bir sürü fikir…
Aklıma sancıyla doğan körpe fikirlerime el öptürmesem olmaz: Yazmasam olmaz! Soyut düşünceler yazarak okşanabilir ancak. Söylersem dokunabilir ancak fikirlerim dudaklarıma. O zaman şefkâtle buse koyarım düşün yanaklarına. O zaman…
Ya mekân?
Zamana değdiyse eğer düşünce somutlaşır. Hem zamana değince fikri mekân taşır. Mekân ellerim olur, dudaklarım olur ve gözlerim… Ve fikir yine cisimleşir. Fikrin mekânı değişir: Bu kez mekân dudakların olur, kulakların olur, gözlerin olur… Sonra fikir mekândan yine kurtulur; aklına yol bulur.
Zamanın benzerini ya da karşıtını sunamadığımdandır mekândan bahsedişim. Yoksa zaman nasıl anlatılır?
Dünya denen mekân kendi etrafında döner, gün olur... Kameri etrafında döndürür, ay olur... Başka bir mekân olan güneşi dolanır, yıl olur… Ve sen ayla, güneşle birlikte gökte yüzen dünyaya gelirsin, cismin olur. Ruhuna mekân olursun, ömrün olur. Lakin mekânın, yani cismin varsa zamanın da vardır artık. Öyle ki zamana, tecessüm eden bir hücreyle başladık.
Etimiz, budumuz zaman aracılığıyla mı sunuldu bize, yoksa cisimleştikten sonra mı zaman sahibi olduk, emin değilim. Fakat emin olduğum şu var ki, cisim sahibi isen zamanın içindesin. Cismin yoksa zamana tâbi değilsin.
Cismin tatmin olması için sahiplendiği alakanlı pirzola, ev, araba, sırtındaki yün hırka zamanla sunulmuştur insana. Cismanî varlığı zaman sahibi kılmıştır insanı ve insan da sermayesi olan zamanını cisim elde etmek için tüketmiştir. Dendiği gibi: cisim, cisimle beslenir.
Ya ruhun?
Cismin, ruhu tatmin edebilmesi mümkün değildir. Bundandır ki insanın zamanla sahip olduğu malı, mülkü kurban etmesi gerektir. İnsanın, cismanî/hayvanî varlığını Hak için feda etmesinin bir nişanesidir kurban. Kurbanla başka insanlara merhamet etme fırsatını yakalar insan. Başka cisimlere sunulan pay, cismin arasında sıkışıp kalan başka ruhlara merhametle ulaşmanın bir yoludur. Böylece ruh, ruhla beslenmiş olur. Allah’ın üfledi başka(!) bir ruhla… İnsanla… Allah’la…
Âdem(as) dünyada yapayalnız kaldı da, onu dünyada Havva’dan başka hiçbir cisim mutlu edemedi. Âdem’in öz/lediği zaten Havva’nın cismi değildi. Âdem’le Havva’nın Arafat’ta buluşmaları ve cisimlerini birbirlerine kurban etmeleri, ruhlarının birleşerek vahdete kavuşması demekti. Onlar birbirlerini cennete taşıyan bir binek, bir burak gibiydi. Cismine kul olmayan mü’minlerin, namazda, hac mevsiminde birbirlerinin ruhlarına kavuşması işte bu ânın mânidar bir tecellisidir. Kurbanın tekbirlerle kesilmesi, eşlerin tekbirlerle birleştirilmesi, Kâbe’nin tekbirlerle tavaf edilmesi… bütün bunların hepsi, Allah’a yaklaşmanın ifadesi…
Ve şudur ki tavafın en öz/lü işareti:
Bu mekân, bu zaman, kâinattaki ve kanındaki deveran… evrenin durmaksızın dönmesi… Allah içindir hepsi!
Günler, aylar, yıllar… zamanın her ânı, cisminin yer aldığı gökte yüzen gezegenler aracılığıyla sunulmuşsa insana; ayın, dünyanın, güneşin kira bedelini küçücük cisimle ödeyebilmek ne mümkün! Cismin/hayvanın kurban edilmesi, cisimle zaman arasındaki kopmaz ilişkiye dair sembolik bir hatırlatmadır belki. Bundandır ki şöyle demiştir Fuzûli:
“Yılda bir kurban keser halk-ı âlem ıyd için
Dem be dem, sâat be sâat ben senin kurbânınam.”
Yani:
“Birileri bayram için yılda bir defa kurban keserken, ben her an ve her saat senin için yeniden yeniden kurban olmadayım.”
Âşıkların; mal mülk, makam mevki edinememeleri belki de bu yüzdendir. Çünkü onlar cisim sahibi kılınmakla kendilerine sunulan zamanın tümünü sevgiliye adayabilmişlerdir. Mal mülk peşinde koşmadan borçlarını peşin peşin ödemişlerdir. Zamanlarını taşa, toprağa, cismanî sunaklara çelenk çelenk feda etmek yerine…
Bazen insanın sahip olduğu aşırı mülk; insanın tüm cismiyle, tüm varlığıyla Allah’a kurban olamadığının/zamanını sadece Allah için harcayamadığının delilidir. Bunun içindir ki insana; zekâtla, sadakayla, kurbanla mallarını “arındırma” fırsatı verilmiştir. Pislikten arınarak Allah’a yakınlaşması emredilmiştir. İnsanın murdar olmaması için…
Zaman her hâlükârda cismimize kastetmiş keskin bir bıçaktır zaten. Zaman bıçağını bileyerek ve bilerek, daha keskin bir ifadeyle -senin gibi- söyleyebilirsem; zaman, gırtlağımızda dolaşan nefesimizi, boğazımıza dayanıp saniye saniye verdirten keskin bir “pıçak”tır. Bizi cismimizden ayıracaktır.
Ve Allah’tan başkası adına kesilmişse kurban; murdardır, haramdır, ziyandır… Öyleyse Allah’tan başkası için harcanacak zaman da haramdır, ziyandır bize. Bundandır ki Allah Kur’an’da yemin etmiştir zamanın üstüne: “Zamana andolsun ki insan ziyandadır!”
Kusurlu, özürlü bir hayvanın kurban edilmesi nasıl makbul değilse/makbul olan en güzelini kurban edebilmekse; kusursuz, özürsüz olan gencecik bir cismanî varlıkla edinilen zaman dilimini kurban edebilmektir asıl mesele. Zira gençliğin Allah için har/canması, geri kalan ömürde de Allah’a adanabilmenin bir emniyetidir.
Halk-ı âlem no frost buzdolaplarıyla, derin dondurucularla şoklayarak et, but, dalak ve bacak dondururken; dondurulmuş banka hesaplarını çözülmeye bırakıp iyice cisimleşirken, zamanı durdurup durdurup yeniden kullanabileceğini sanıyor. Hâlbuki cisimden sıyrılarak cisme gitmediğin ve fakat şoke olduğun bir ân dondurabilir ancak zamanı. Etkisinden kurtulamadığın bir an… Şoklandığın, donakaldığın bir zaman… İşte o vakit bütün zamanın kurban…
...
Ben cismi heykel gibi dondurarak zamanı durdurmak yalanına kanmadım. Sevgili ve saygılı bir duruşla cisim peşinde koşmadığımdan yüzümü çevirip de bakmadım. Bir putperest gibi sûretlere tapmadım. Vazgeçtim cisminden, resminden… yırttım ve attım.
Ben ruhumu aldım da yanıma “Bir” ruha koştum. Sarhoştum.
Hoş, ben olmayla iyi bir kul değildim; fakat aşk denen şarabın yudumundan içmiştim.
Anlık da olsa cismimden, kendimden geçtim.
Etime/gıybetime acıkmış kardeşime çiğ etimi yedirdim!
Şimdi bilirim ki, “kendine gel!” ünlemleriyle donanıp rasyonalist söylemlere bürünen güruha, akıldan uzak gelir anlattıklarım. Fakat cezbeye gelen her âşığın meczuplukla/delilikle nitelendirilmesine alışıktır zaman. Kays, Leyla’nın ruhuna adanınca, peygamberlere layık görülen isimle vasıflandı. Peygamberler de mecnunlukla/delilikle suçlanmıştı.
Konu uzadı. Hülâsası mı?
Her Müslüman Allah’ın halifesidir/temsilcisidir yeryüzünde. Allah her insana ‘kendi’ ruhundan üfledi. Peygamber ise: “Birbirinizi sevmedikçe îman edemezsiniz” dedi. Ve önümüz bayram şimdi:
Şimdi “Bir/birimizi” ziyaret ederek Allah’a yaklaşmanın zamanı… Allah’ın ruhunu taşıyan insanları delice sevme zamanı… Cismine, ismine, rengine bakmadan insanlara zaman ayırmanın; onlara ‘dünya’ları, ‘yıldız’ları sunabilmenin ‘zaman’ı… Ayrıysak buluşmak; dargınsak barışmak; vahdete kavuşmak zamanı... El öpmek, el öptürmek zamanı…
Ben mi?
Benim sarhoş aklım bayram etmede… Çoluk çocuğum olmadığından ben fikirlerimi misafir ettim bile. Körpe fikirlerim elime değsin; düşüncem üzülmesin diye elimi uzattım. Bu yüzden yazdım.
Başka dudaklara, başka kulaklara değerekten akla yol bulabilmek için… Kendimden geçerek kendime gelmek için... Başka(!) ruh(lar)la buluşmak için…
Delilik bu ya:
Bize her gün bayram… Deli her gün kurban…
Not : Olmamız gereken "Ben"imizden bahsettim. Yazıda geçen "Ben" zamirine hepimizi yükledim. Yoksa niyetim kandan, irinden, cisimden, pislikten sadece kendimi takdis etmek değildir. Zira çoğumuz gibi ben de ziyan içindeyim.
Kusurlarımıza rağmen 'Bir'birimizi delice sevmek dileğiyle,
Bayram ola!
#