Dün Böyle Değildi
Dünya denilen gezegende ilk nefesimi aldığım an ağlamaya başlamışım. Kendimi bilmeden aylarca yaşamışım. Bana kim ne dedi, ne söyledi hiç bilmiyorum. İlk bildiğim ve gördüğüm yani aklımda kalan ilk şey bir düğün avlusunda çalınan davul ve zurna sesiydi. Birilerinin de orta da kollar havada döndüğünü gördüm. Birkaç yaş büyüdüğümde rahmetli dedemin asker hikâyeleri ve askerden gelenlerin anıları benim ilk öğrendiğim şeylerdi. Başlarından geçen olaylar bizim ilgimizi çekiyor ve bıkmadan usanmadan onları dinliyorduk. Küçük bir köyde dünyaya gelmişim. Herkes birbirini tanıyor ve komşuluklar yapılıyordu. Gittiğimiz evlerde yaşlı nineler bizlere masallar anlatıyor ve sonuçlarını da bizim gönlümüze hoş gelecek şekilde bitiriyorlardı. Ve mutlu olarak evlerimize gidiyor, huzur içinde uyuyorduk. En çok beklediğimiz bayramlardı. Aynı yaşıtlar bir araya gelip el öperek şeker toplardık. Kâğıtla kaplı şekerler çok kıymetliydi. Para yüzü pek görmezdik. Haftada bir Pazar olur babalarımız at ya da merkeple pazara gider küçük hediyeler beklerdik. Çok şey yoktu ama var olan her şeyin bir tadı vardı. Dünyada olup bitenleri bilmiyordu kimse. Sadece muharebelere girmiş sağ salim geri dönebilenler bizlere yaşadıklarını anlatırlardı. Dünya sadece çevremizdeki köylerden ibaret sanırdık. Yedi sekiz yaşlarımıza geldiğimizde komşu köylerde yapılan düğünlere gitmeye başladık. Oralarda farklı insanları tanımak ayrı bir zevkti bizim için. Dedim ya her şeyin bir tadı vardı. Eğlenmeler tüm aile efratlarının katılımıyla olurdu. Dert yoktu tasa yoktu. Kilit yoktu kasa yoktu. Yaklaşık yirmi yaşlarımıza kadar televizyon görmedik. Köy kahvesinde bir radyo vardı hiç unutamam. Akşam haberleri başlarken herkes kulak kesilirdi. Bin dokuz yüz atmış ihtilalını zar zor hatırlarım. O zaman köyümüzde aileler ikiye bölünmüştü. Bir taraf ihtilala seviniyor öbür taraf üzülüyordu. Yine bilmiyorduk kim kime niçin üzülür niçin sevinirdi. Yavaş yavaş kendimizi anlamaya, dünyanın yuvarlak olduğunu kavramaya, bizden başka birçok devletlerin yaşadığımız dünya üzerinde yaşadıklarına tanık olmaya başladık. Nerden geldiğimiz, kim olduğumuz bizlere anlatıldıkça derin derin düşünceler aldı başımızı. Kolay değildi dünya da yaşamak. İyiler ve kötüler aynı gezegende yaşıyorlar. Onlara karşı dikkatli olmamızı ve kendimizi korumamız gerektiği hem anne babalarımız hem de bizleri seven büyüklerimiz tarafından anlatılırdı. Bu dünyanın geçici olduğunu söyleyenler ve ölüm denen bir olgunun varlığından söz ederlerdi. İlk şahit olduğum ölüm olayı beni çok etkilemişti. Dün konuşan kişi artık konuşmuyor ve upuzun yatıyordu. Ve onu alıp götürüp toprağa gömmeleri de oldukça ilginçti benim için. Arkasından yas tutanlar ve onları teselli edenleri her zaman hatırlarım.
Demiştim ya, bizler masallarla büyüdük büyülendik. Güzel huylar edindik. Birbirini kırıp geçirenleri görmedik. Yardım sever ailelerin hoşgörülü davranışları içinde yaşadık. Hangi eve gitsek ikramda bulunulur ve yardım edilirdi. Çocuğunu sokağa bırakan anneler yoktu o zamanlar. Yaşlılar evlere yakışır elleri öpülür ve evin en önemli yerinde otururlardı. Boşanma nedir bilmezdik. Anasız babasız kalan kimse yoktu çevremde. Günümüzde olup bitenler geleceğimiz için endişe kaynağı. Şimdi eskiden eser yok. Nasıl iş bulabilirim telaşı almış başını gidiyor. İş kurabilmek hayal olmuş. Yaşlılar darülacezelerde. Çocuk bakım yurtları her geçen gün artıyor. İnsanlar afyon yemiş gibi dolaşıyorlar sokaklarda. Endişeli bakışlar kuşkulu davranışlar tedirgin ediyor bizleri.
Yarınlar nasıl olacak acaba. İnşallah maşallahla olmuyor bu işler. Hak etmediğin duayı yapmak haddin olmamalı. Güneşten yararlanmak isteyenler gölgelerde oturmamalı. Oyundan oynaştan uzak kalıp kendi çıkarlarımızın etrafında fır dönerken kendi geleceğimizi de ipotek altına aldığımızı hisseder isek belki gaflet denilen derin uykudan uyanır, gittiğimiz yolu görme imkânına kavuşuruz. Bunun aksi dünyada olup bitenler bir gün bizlere de misafir gelebilir.