Kime Ne dedik
Olup bitenler karşısında her duyarlı insanın yaptığından farklı sadece düşüncelerimizi yazıya dökmeye çalışıyoruz. Yapılan işleri bazen övgüler yağdırırken bazen de küçük eleştirilerimiz oluyor. Bunlar çok doğal olmalı. İnsanlar faydalı ya da zararlı gördüklerini başkalarıyla paylaşmalı ki, düşünmenin bir değeri olsun. Her söylenen sözü birileri hemen alıp fiiliyata geçirecekte değil. Akıl süzgeçlerinden geçirilen konular vicdan terazisinde de tartılarak idrakte oluşan bilginin dışarı yansımasıdır her şey. Her fikir ilgiyle dinlenmeli, sonra da değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Sabit fikirli kişilerden bunu bekleyemeyiz. İşine gelen doğrulardan başka doğru tanımayan ya da dinleme zahmetine katlanmayan insanlarda toplum bilinci gelişemez. Çünkü kendini ahlaken bir yere bağlamış ya da her şeye boş vermiş artık. Bazıları da buna şartlanma diyor. Şartlamış kişilerin değer yargıları tek pencereden bakan ve o pencereden gördüklerinin dışında başka bir şey göremeyen insanların bakış açısıdır. Gördükleri doğrudur. Ama görmedikleri, ya da görmek istemedikleri şeyler… Sabit fikirli dediğimiz bu kişilerin kılavuzları da aynıdır. Ne fikirlerinden vaz geçerler ne de kılavuzlarından. Hatta düşündüklerinin yanlış olabileceğinin korkusuyla tartışmalarda saldırıya geçerler. Çünkü dağarcıklarındaki bilgi yetersizdir. Gururlu ve kibirli bir duruş sergilerken çokbilmiş edalarını da edalı bir şekilde düzgün cümle kurmaya çalışarak etrafında bulunanlara anlatmaya çalışırlar. Hele ekonomik durumları birazda iyi durumda ise ve her dediğine baş sallayacak doğru diyen üç beş kişiden de tasdik alırsa değme keyfine. İşte sıkıntı burada başlamaktadır. Zengin olmak çok akıllı olmak anlamına gelmez. Fakir olmakta bir şey bilmiyor anlamı taşımaz. Her kesimin birbirinden öğreneceği çok şey var. Amirlerin memurlardan, memurların amirlerinden, patronların işçilerinden, işçilerin patronlarından… Evlatların anne babasından… Anne babanın evlatlarından… Öğrencinin öğretmeninden… Öğretmenin de öğrencisinden öğrenebileceği şeyler olabilir. Hiç kimse ayaklı kütüphane değildir. Hiç kimse de ömrünü denizli horozu gibi kaykılarak tamamlamaya çalışmamalıdır.
İşte bir toplumun büyümesinde, gelişmesinde ve yükselmesinde bu değerler yatar. Belirli bir zümrenin dışında kimseye sormadan alınan kararlar, yapılan kanunlar, çıkarılan yasalar sadece belirli bir azınlığın keyfine dönük olabilir. Elinde güç bulunduranlar gücü istişaresiz bir şekilde kullanırsa bir iş yapmış olamaz. Kendi yaptım zannetse de kısa zamanda kendi aldığı kararı kendisi bozmak durumunda kalabilir. Ve kısır bir döngünün içinde bocalar durur.
O zaman yapılması gereken tek şey, hür bir düşünce ortamı oluşturularak, insanların sesli düşünmelerine fırsat verilerek, korkusuzca konuşa bilme güvenini sağlayarak, düşünme ve düşündüklerini herkesimle paylaşma ortamı oluşturarak hatta tartışma imkânları sağlayarak fikirlerin olgunlaşması sonucunda konsensüs oluşturarak, faydalı olabilecek fikirlerden hem toplumlar hem de Milletler fayda görecektir. Bunun aksi kısır çekişmelerin devam edeceği, çatlak seslerin tükenmeyeceği, çokbilmiş (!) lerin hep önde olacağı, ama topluma hiçbir yarar sağlamayacağı açık seçik görülecektir. Masa başından cephe idare etmekten artık vaz geçmeliyiz.
Sonuç, hür düşüncenin olmadığı her yerde gerçeklere pranga vurulmuş, yanlışlar almış başını giderken feryatların gaf dağından duyulduğu, çaresizlerin çaresizlik içinde ömür tükettiği bir toplum onların kaderi haline getirilmiş olur. Tabiî ki böyle bir durumdan yararlanan az bir zümrenin yaşamı gayet iyi olacaktır. Birileri hayal kurarken birileri de sana bir hayat telakki edecek. İşte bu senin yaşamındır. Ne diyelim mutluysan sorun yok.
#