Kıtaların Kaydığı
Coğrafya derslerinde duyduğumdan beri, eskimemiş bir teoriyi aklımda tutarım. Bunu bize öğrenciliğimizde “ kıtaların kayma teorisi” diye vurgulu olarak okuttuydular. Teorinin özü kısaca şöyleydi:
Dünya jeolajik geçmişinde (zamanın dehrinde) her iki Amerika(Güney ve Kuzey) kıtalarıyla, Avrupa ve Afrika kıtaları bir tek parça (birbirine yapışık) iken, inceldikleri yerden kopup ayrılmışlarmış.
Yani:
Bugün bile haritada deneseniz görülebilir. Güney ve Kuzey Amerikalar Doğuya kaydırılırsa, kalıp gibi Avrupa ve Afrika’ ya bitişebirlirlermiş. Belli ki geçmişte tek parça imişler. Hatta bir ara bu kıtaların tedricen (usul usul) kayıp uzaklaşmalarının hızı da hesaplandıydı. Senede dört beş santim olduğu bile konuşulur.
Neden olmasın?
Bu donmuş taş kitleleri, pekâla dünyanın merkezinde kaynayan "mağma" dediğimiz cehennem üstünde geziniyor olabilir.
Söz “ kıtaların mağma üstünde yüzdüğü, gezindiği” varsayımından çıktı ya? Ben bunun akşini iddia edip itiraz edene, bugüne değin raslamadım. O zaman sırası gelmişken baklayı ağzımdan çıkarayım:
Kıtalar mağma dediğimiz eriyik üstünde kayabiliyor da, “ adalar” neye kayamasın?
Buyurun:
Kıbrıs adasına da iyi bakar, onu İskenderun körfezine doğru kaydırırsanız, körfezden daha dün kopmuş gibi, “ kalıp ve form ilgisi” içinde olduklarını fark edersiniz. Bunu düşünürken de 5 - 6 - 7 bin yıllık geriye bakan bir takvim (Tarih) kullanmak da gerekiyor haliyle.
Benim Kıbrıs’ ın İskenderun Körfezi’ nden koptuğunu bugün burada anlatmamın nedeni, kurgu filimcilere “ işkoymak” değil. Anlatıyorum, anlatmalıyım ve özenerek demek istiyorum ki, “ zemin ve mekan olarak Kıbrıs, ” Asya kökenlidir. Hani kumaş olsa “ bir toptan yırtma derler ya? Ben de Kıbrıs’ ın “ Asya’ dan kopma” olduğunu söylemek istiyorum. Bunu dedikten sonra da toprak olarak Kıbrıs’ ın Asya ile soydaş olduğunu, Ege ve Mora ile hiç mi hiç jeolojik bir ilgisinin olmadığını söyleyeceğim. Bunu söyledikten sonra da, adadaki uygar izlerle, klasik Yunan oyuncakları arasında bir ilgi olmadığını da ekleyerek, Kıbrıs’ ın medenî kültürünün de Asya kökenli olduğunu söyleyeceğim.
“ Kıbrıslı arkeoloğ P. Dikaos’ un yapmış olduğu kazılardan ve“ karbon 14” denemimleriyle elde ettiği tarihe göre, Kıbrıs jilâlı taş döneminden , yani MÖ- 6 – 7 binlerden itibaren Anadolu ve Asya’ nın kültürel ve tarihî bir uzantısıdır.
Kıbrıs’ ın Babil ve Hitit metinlerinde adı ALASHİA (ayaysa) dır.
“ Alaş” sözcüğünün Türkçe karşılığının “ yalaz -yalaza” olduğunu ve bunun ön Türkler’ in “ Ateş kültüründen” geldiğini” biliyoruz.
Son ek olarak (YA) fiili ön Türkçe’ de Faili sahip olmayı ifade ediyor. Bu fiil Hititlilerden çok önce ve çok sayıda, Anadolu ve Mezopotamya’ da YA-YE =İA, İE şekilleriyle vardır.
Barsiya, Adania, Babilonia, Arabia, Grecia, Bulgarria, Rumania, Urmiye, Türkiye vb…
ALAŞ / İA şekliyle Kıbrıs’ ın coğrafi ve siyasal adı Türk diliyle ifade edilmektedir. ”
Kıbrıstaki eski metinlerin hiçbiri çok konuşulan eski Grekçeyle asla! okunamamıştır. Bu konuda Ernst DOBLHOFFER "Voices İn Stone" isimli eserinin 231. sayfasında Kıbrıs alfabesine ilişkin olarak şunları söylemektedir.
1-Alfabetik sanılan yazı, gerektiğinden ve bilindiğinden çok şekil içermektedir.
2-Kıbrıs’ ta konuşulan dil Yunan kültürünün egemen olduğu zamana kadar bilinen dillerden ve Yunan diyalaktiğinden çok farklı idi.
3-Yazının kendine özgü bir yazılış şekli vardı ki bu şekil acıkça Yunan yaratma gücünden tamamen ayrı ve ilkel Yunan olmayan bir halkın yaratma gücüne ait olmalıydı. ”
Sözkonusu alfabede 27 şeklin her biri ayrı bir kavramı ifade eden Ön Türkçe Damgalar olduğu doğrulandı.
Kıbrıs’ ta öntürk kültürü Kıbrıs’ a en yakın yerlerde bulunan:
Antalya Beldibi’ ndeki damgalarda,
Konya’ da,
Çatalhöyük’ te ana tanrıcanın gövdesini süsleyen Ön Türçe Yazıtta (İÖ – 6500)
Mersin’ de Gedikli’ de B Alkım’ ın ortaya çıkardığı ateş evi, Asyayla direk temasta olan Doğu Anadolu’ daki Van ve Hakkari’ deki Ön Türkçe yazıtlar, Cudi Dağı’ nda MÖ- 7 bin lere ulaşır.
Sonuç:
“ Kıbrıs’ ın dip kültüründe ve tarihinde Ön – Türk yazılarında Türkler, dilleriyle mevcutturlar. Dil mevcut olduğuna göre bu dilin taşıdığı ve buradaki Yunan kültürüne aktardığı kültür de Ön Türk Kültürü olacaktır. ”
Bu gerçeği saptırıp Kıprıs yerlilerinin Antik Grek olduğu tezi, uyduruk bir tezdir. Helen sözcüğü Doğu Akdeniz halklarının tümünü kapsar. Hele hele başlıbaşına “ Yunan anlamına gelmez. Ne yazık ki şirret klasikçiler bu sözcüğü de aşırmak üzeredirler.
Daha anlatacak çok şeyim var da… Bugün adada horozlanıp duran, adaya sahiplenip adadaki Türk gerçeğini inkar eden çağdaş düzenbazlara “ adadaki gerçek misafirden, ” zamanla işgalcileşmiş Rum arsızlığından söz edeceğim.
Yılgınlığa düşüp:
“ Elli yildan beri yetti bu gari, ısıtıp ısıtıp gene aynı konu mu? ” demeyin.
Benim baştanberi söylediklerimin doğru olduğunu,
Rumların kendi de, bütün dünya da biliyor.
Benim bu hafsala tazelememden kastım:
Yunanlılar’ ın ve Avrupalılar’ ın “ Girit sorununu, ” imparatorluk yıkılıncaya dek bitirmemeye özen göstermeleriyle, Osmanlı’ nın yıkılışından sonra sonuca erdirilmesi ile, Kıbrıs sorununu da bile bile sürüncemede çözümsüz tutan Yunannistan’ ın yaklaşımı, geçmişteki “ Girit Politikalarını” çağrıştırıyor. Girit Osmanlı’ nın başını yedi, Kıbrıs da TC-nin canına yetmesin.
Bu kadar hüsnü kuruntu, çok dayak yediğimizden mi, yoksa sayı saymayı bilmediğimizden mi kaynaklanıyor? Soru bu!
Ahi Naci İşsever
Not: Bu yazı hazırlanırken yararlandığımız
Kaynak: 6 Aralık 1999 tarihli Hürriyet Gaze-
tesi’ nde Sayın Hikmet Bil’ in“ Serbes Kürsü”
sütünunda yayınlanan, Sayın Haluk Tarcan’ ın
“ Kıbrıs’ ta Ön Türkler makalesidir.
Değerli Kardeşim,
“ yalnızlık” üstüne bir derlemede bulunabilmenin böylesi bir “ emekli öğretmen denemesinde” ne denli “ abes olduğunu kendi ile oldum olası geçimsiz kalmış nefsimle nefsimle çeliştiğini vurgulayarak “ söze? ” başlasam diyorum.
Hele hele şu an benim için müşkül olanın:
“ bildik moral payandalarımın” fizikten çok, metafizik ile” kaynaşık olmasından ileri geliyor.
Buna rağmen seninle konuştuktan sonra bir dizi not aldım. O notladan sırasıyla meseleye giriyorum:
Demişim ki:
“ Yalnızlık” bencilin mesleğidir. Kendini beğenmişliğin fanusunda, anahtarsız bir hücrede yaşayan fâninin hâletidir. Devam etmişim:
“ Doğum yalnızlığımızın başlangıcıdır, milâdıdır. O nedenle de doğar doğmaz ciyak ciyak ağlarız. Ana rahmindeki “ hazır ve kan emici bencil, atmosfere ayak basar basmaz feryâdı basar. Doğumdan sonra bizim “ bilinç” dediğimiz “ birikme” , -insanlaşma- başlıyor. Bilinç dediğimiz “ o kalabalık arena” oluşuyor. Öyleyse:
“ Bilinçaltı ? yalnızın sığınağıdır diyorum. O pisikoloğ dediğimiz deli komiserinin aslında kendi delidir. Yani:
DELİLİK yalnızın DELİLİDİR.
Biz iftir3ada o denli delirmişiz ki matematik gibi – güya- pozitif olan bilimi bile bölüp
Sayıları bile ikiye ayırmışız:
a- deli sayılar
b- akıllı sayılar
O öğretmenin kara ahtada anlattığı “ tekil-lerle” “ çoğul-lar” delilerle akıllıların kapitali olsa gerek.
Sözü getirmek istemediğim konu başlıklarından TASAVVUF kişinin YALNIZLIĞA İSYANIDIR ASLEN. Bu nedenle YUNUS DİKKAT ÇEKİCİDİR. O NEDENLE EVRENSELLİK kazandı. “ O dağlar ile taşlar ile” yalnızlığını paylaştığı için, diğer yalnızların melcesi oldu. Yesevi’ nin yalnızlığı emsallerinden de kıskanıp yarı yaştan sonra kuyuya girip karanlığı pay adememesi Yunusla arasındaki içerik ve kalite farkıdır.
Mevlâna “ cins cinsse meyyaldir” diyor. Yani:
“ İnsan yalnız olamaz!”
Din- de” yalnız olamaz. Ümmeti tem ek peygamber olan din yoktur. Bütün peygamberler “ yapayalnızdır” Ve onlar gerçek yalnız DİNSİZLER” için görevlidirler. Onların toplumunda TANRI diye kolay erişilen – ya da peşin verilen- ve de insan olmayan biir detay olduğu için gayri müşabihtirler.
Bilirsin:
Mezarlık ziyâretlerimizde:
“ Esselamün aleyküm ya ehli kubur” deriz. Haaa! Anlıyorum ki ölüler de yalnız değil. O ardında Güneş doğmayan kapı… ” dan geçen de yalnız Yakya Kemal değil.
Bence.
Bizim sözlük anlamında kalırsak
DAHİ ve DEHA dır gerçek yalnız. Bu nedenle ATATÜRK yalnızlığını gidermek için sofra kurardı. Rakı onun için detaydı.
“ Senden öğrendim:
“ Ağaç dalıyla yaprağıyla gönenir” derdin. Yani yalın-kök yetmiyor.
Babam iflas ettiğinde kendisini ağırlayan bir rakı sofrasında Taraklılı tüccarlara demişdir ki:
“ Arkadaşlar para mara isteyeceğimi sanarak telaşlanmayın. Ne var ki selâmınız kesmeyin yeter.
Demek babam da yalnızlıktan korkmuş.
Gene evde bir akşam sofrasında:
“ Hepsi gitti, bir Naci-yi okuttuğum kar kaldı” demiş ablama.
İşte ben o umudu bakara masasında iki kartla doyurmak isteyen şeytanın kurbanıyım. Şimdi o şeytan günahlarımın hiçbirine şahitlik etmez de:
“ Bu adam kumarcı değildi” diye eder.
Yalnız adam mı arıyorsu be kardeş?
Şâhidi ŞEYTANA KALMIŞ bencileyin biri burnunun dibinde durup dururke.
Bir günde bu kadar. Selamlar.
#