ÇİĞDEMLİKTE
Taraklı’dan başlayan yolun sonunda, “Çiğdemlik’e” uğramalıyım.
Hıdırlık’ta kendi dilleriyle konuşup (ötüp) anlaşan “kanaryalara da” kulak verip dinlemeli,
bu güzel sesin kaynağını ben de hissetmeliyim.
Halkımızın özenle yazdığı sicildeki adı, Hıdırlık (evliya türbesi) olan, mezar için ben, derin derin düşünüp, burasını an be an (-dem be dem-) sindirmeliyim.
O geçiyor aklımdan. Kendini (onu) anlatmakta sıra.
Daha önceden ve tahta mala ile çekilmiş “kara toprağın, kara sıvası.” O kara sıvanın üstüne, çalınacak beyaz (ak) toprakta sıra. Onu kazarak, küçük parçalar haline getirdiğimiz, “beyaz toprak” eve götürülmeğe hazır bekletiliyor.
Hemen onun üstünde,
“önce küt edip”, sonra “gağış” diye çökeceği gün, ya biz çok uzakta, ya da, Rasık Emne’ye çok yakın bir yerde, üstüne çökeceği güne kadar sabırla bekleyeceğiz.
“Taraklılı kadın Rasık Emne (Emine)”, yok artık.
Hadi olsa, o hosuğu bir daha debeştirir mi?
Toprağını debeştirip bıdıkladıktan sonra, eve getirilmiş toprak, beyaz sıva olarak kul-lanılacaktır. Beyaz toprağı sırtlanıp, dikkatli adımlarla aşağıya indiren Anamı (Annemi) ben, hâlâ sağ ve toprakla didişir sanıyorum.
Bugün Hıdırlık’a inip çıkan kim var ki ?
Bizim sicilimizi yazmakla görevli bir kâtip gibi, “buraya inip çıkanlara “sataştığı” yetmiyormuş gibi, yolcuyu derin düşündüren bir kabadayı çıkmadı del mi (değil mi ) Beklenen o yiğit kişi kim ola ki ?
Kim olabilirdi ki ?
…
Hıdırlık’a çıkarken rasladığımız ihtiyar amca ile konuşup (laflayıp) “hâl hatır” soruyoruz.
Sözü döndürüp dolaştırıp bana SORUYOR.
“Sen kimlerdensin be? ”
Aslında onun kim olduğunu da -ondan önce hissedip- susan benim.
Sözün yayılımından, “beni bana sorduğunu” anlayınca, yüreğimin tekten attığını farkedip, gene susuyorum.
Unutkanlığım yüzünden, beni bana sorana karşı, “ sergilediğim hüznün,” getirip bıdıkladıklarını ezerek mahcup oluyor” kendimi gizliyorum.
Bir zabıt kâtibi gibi, yaşamı beraber soluduğumuz tanıdıklardan, gideceklerin (ölecek yaşlı yolcuların) dizilip derlenen evrâkı, Çamçukuru’nda (mezarlıkta) öleceklerle yüz yüze geliyor, sevaplarıma şahit arıyor ve kendime yakın sandıklarımdan, medet (çare) umuyorum.
Onlar alın yazılarını imâ ederek cevap vermiş oluyorlar. “Kaderleri alınlarında yazılı ise, “helâllik” diliyorlar.
Sonra, “bir ölüye dönerek”, “Cennette uzun ömürler dilerim” diyecekler. Ancak bu ayrılık sana çok zor gelecek. “Boş bekletilen mezarını” sen çok arıyacaksın. Dünya’dan yılmış ve artık günah işlememeğe yemin etmiş biri olacaksın.
Karnı sevâba tok, hâla günâha aç Zebani, senin ölümün için bekletilen boş mezarı görünceye kadar, sana görünmeyecek.
Yoldaki ilk durakta (Hıdırlıkta) suladığın çiçekleri zimmetine geçirmiş sorumlu bir bekçi gerekecek. “Rasladığı Çiçekleri yolup koparılan bu mezarlıktan, “çiçek koparıp almak için değil” “gönül almak için de olsa,” artık vakit çok geç.
Bu gecikmenin nedeni, bize de sorulacaktır.
…
Orada !
“Yolu kesilen ölüleri, seni bekler bulacaksın.
Gördüğün o boş mezarın sahibi kimdir diye sorulduğunda, maraza çıkarıp kavga etmelisin.
Sağlığında biriktirdiğin hesabın tutarı (tümü) sana sorulduğunda, kantar çavuşunun “yanlış tarttığını” söyliyerek,” kuyumcuları (mal sahiplerini) şaşkın edeceksin.
Tabiî !
Taraklı Mezarlığı’nın girişi, “Şeytan Sokağı’ndaki telâş da”, seni beni düşündürecektir.
Zaman bizi kocattı (yaşlandırdı) ya ?
Akşamdan kurularak, sabahlara kadar yiyip içtiğimiz masada, şimdi ikimiz (sen – ben) yalnız kaldık.
#yolculuk #turbe #gozlem #hisler #anlatim-tarzi #ahi-naci #ahi-naci-issever